Siyasi tarihimizin en önemli seçimlerinden olan 1 Kasım'ın ortaya koyduğu sonucu, bu sonucun gerekçelerini ve seçmenin davranışını çözümlemek Türkiye'de son yıllarda yaşanan siyasi gelişmelere ilişkin toplum algısını anlamak açısından son derece önemli. Bu bağlamda ben de 1 Kasım'ı, seçmenin verdiği mesajı, Yeni Şafak'tan Nil Gülsüm AK Parti kazanırken muhalefetin kaybetmesinin kodlarını ve bu seçimin geleceğe ilişkin olası yansımalarını konuşmak için bu sefer sorularını Gazeteci Yazar Etyen Mahçupyan'a yöneltti. Şiddeti giderek yükselen klişelerden ziyade soğukkanlı tespitleri yeğleyen Etyen Mahçupyan'ın kuşatıcı cevapları her zamanki gibi gelişmeleri aydınlatmak bakımından büyük değer taşıyor.


1 Kasım seçimlerinden AK Parti'nin büyük bir başarı elde ederek çıkması kimileri için şaşırtıcı bir sonuç oldu. Siz ne dersiniz çıkan tabloya?

Bu kadar kısa sürede kaybedilen puanın aynen geri alınması elbette şaşırtıcı bir öge içeriyor. Ancak bu durumu dışarıda tutarak AK Parti'nin yüzde 50'ye gelmesi bizatihi şaşırtıcı değil. Beş aylık süreçte bu oyun tekrar yakalanması ise durumu farklı kılıyor.

Çıkan sonucu şaşırtıcı kılan bu kadar kısa zamanda artışın çok hızlı yaşanması. Ne değişti bu beş ay içinde?

Şunu da görmek lazım, yüzde 41 de az bir oran değildi. Seçimin hemen ardından yapılan çalışmalarda pişmanlık ifade eden epey geniş bir seçmen kitlesi vardı. AK Parti'nin aslında normal aralığının 43-44 olduğu böylece anlaşıldı. Hesabı biraz da buradan yapmak lazım. Bunun üzerine istikrar-istikrarsızlık ikilemi geldi. Şu veya bu sebeple bir koalisyon kurulamadı. Öte yandan şiddet olayları etrafı sardı. Bu ikisi bir araya geldiğinde dirayetli, sorun çözebilen ve Türkiye'yi yarına taşıyabilecek bir hükümete ihtiyaç duyuldu. Olumsuz neticelenen koalisyon görüşmeleri ise AK Parti'ye bu açıdan daha tercih edilir hale getirdi.

KUTUPLAŞMAMIŞ SEÇMEN VAR

Bir süredir partiler etrafında bir kutuplaşmadan söz ediliyor. 1 Kasım seçiminde nasıl bir etkisi oldu bu durumun?

Bu kutuplar hala var ama bu kutuplardan bağımsız bir kitle de yavaş yavaş büyüyor. Bir bölüm seçmen kutuplaşmış. Ama kutuplaşmamış bir başka seçmen kitlesi de var ve bu kesim daha rahat davranıyor. İktidar yanlış yaparsa oyunu esirgiyor, doğru yapacağını düşündüğünde de oyunu verebiliyor. Bu yapı bence Türkiye'nin yeni sosyolojik gerçeği. Artık karşımızda kimliklere sıkışmış bir yapı olmadığı gibi bir tür 'çok partili' şekilde hayata bakan bir toplumsal kesim var.

BİR TEK KAZANINI VAR O DA AK PARTİ

Bu seçimin kaybedeni-kazananı kim, hangi siyasi parti?

Kazanan-kaybeden meselesi biraz partinin potansiyeli ile ilgili. Mesela CHP ile ilgili bir analiz yaptığımız zaman kazanan-kaybeden kelimelerinin çok anlamlı olmadığı bir vasatta hareket ediyoruz demektir. Sosyolojik olarak tıkanmış, bir yerde hapsolmuş bir seçmen var. Ve bu seçmen ideolojik yaklaşımından ötürü kendine hiç bir şekilde bir alternatif bulamıyor. CHP iyi de kötü de olsa oy veriyor. Dolayısıyla bu parti bir puan artsa kazanmış bir puan azalsa kaybetmiş olmaz. Bir tek AK Parti kazanıyor veya kaybediyor. Haziran seçiminde de diğerleri kazanmamıştı, kazanacak kaybedecek bir şey yapmadılar zaten.

YENİLGİ PSİKOLOJİSİ İÇİNDELER

Bir anlamda oyun kurucu AK Parti mi bu açıdan?

Evet. Muhalefet partilerinin stratejileri kendiliğinden bir kazanç-kayıp getirmiyor. Ama AK Parti'nin oy kaybettiği dönemde diğerleri otomatik olarak oy kazanmış oluyorlar. Şu anda da AK Parti kazanacak bir siyaseti izledi ve diğerleri de otomatik olarak kaybettiler. Buna Bahçeli'nin, Demirtaş'ın tutumunu da eklediğimizde bu kayıp çok uç noktalara çıktı. Bunların yaptığı hatalar toplum tarafından cezalandırıldı.

Son bir kaç yıldır AK Parti'ye karşı dar bir kesimde çok agresif bir tavır görüyoruz. Bu tavır bazen muhalefet partilerinde ve medya mensuplarında kendini gösteriyor. Bunun sebebi nedir?

Burada bir tarihsel süreçten bahsetmek şart. Türkiye'nin 80 yıl nasıl yönetildiği sorusunu sormadan, o noktada bir değerlendirme yapmadan bugünkü psikolojiyi anlamak biraz zor. Bugünkü psikoloji bir yenilgi psikolojisi. AK Parti dışındakilerin herhangi bir seçim kazanma şansı kalmamış durumda. Bu insanlar iktidarın ellerinden gittiğini, bir daha hiç gelmeyeceğini görüyor ve bunu bir nihai yenilgi gibi yaşayıp hissediyorlar. Daha çok içe kapanıp cemaatleşiyorlar ve ideolojik bir yaklaşımla siyasi konum almaya başlıyorlar.

TOPLUMU OKUYAMIYORLAR

Seçime giden süreçte birçok kesim AK Parti'nin asla tek başına iktidara gelmeyeceğini ekranlardan söylediklerine tanık olduk. Neden okuyamıyorlar toplumu?
Toplumun eğilimini okuyamamamın da ötesinde bence doğrudan söylemek gerekirse akılsız bir bakış var. Bir kere AK Partililer Haziran sonrasındaki AK Parti'yi Haziran öncesindeki AK Parti'den daha çok sevdiler.

AK PARTİ MERKEZ PARTİ

AK Parti, CHP, HDP, MHP gibi birbirinden çok farklı görünen kesimlerden de oy aldı. Bu ne anlama geliyor?

Bu AK Parti'nin merkez olması demek. Bu da yeni bir olgu. AK Parti şimdiye kadar bir taraftı, yelpazenin bir kesimi, yönüydü. Ama şimdi yelpazenin ortasına doğru gelmiş durumda. Her sosyolojik kesimle ayrı ayrı ilişki kurabilme konumunda. Bu kesimler diyelim ki refah konusunda ortak ama kimlik meselelerinde belki ayrı ayrı muhatap almayı gerektiren bir durum oluşturuyor. Uzun zamandan sonra ilk kez bir merkez parti oluşumu ile karşı karşıyayız.

ALEVİLERDEN DE OY ALDI

AK Parti'nin merkez parti olma süreci nasıl seyretti?

AK Parti daha önce bir çevre partisiydi. Daha ziyade muhafazakar kesim ve Kürtlerden oy alıyordu. Ama şimdi giderek Batı'daki seçmenin de bakmaya başladığı bir parti haline geldi. İstanbul'daki bazı ilçelerde CHP'lilerden, Alevilerden şu veya bu nedenle oy alabildiğini görüyoruz. AK Parti bunu takdir etmezse merkezden uzaklaşma durumu ile karşı karşıya kalabilir. Ama bunun, merkez parti olmanın gereğini yaparsa çok farklı bir tablo ortaya çıkar.

POTANSİYEL YÜZDE 60

'Merkez Parti' olmanın gereği nedir?

İlk olarak herkesi ilgilendiren temalar üretebilmek, tüm Türkiye için doğru ve olumlu olanı ortaya çıkarabilmek. İkinci olarak farklı kimlikler arasında hakemlik yapabilmek ve denge kurabilmektir. Üçüncü olarak da bu kesimlerin hepsinin adaletsiz durumlarını telafi etmektir. Bu yapıldığı zaman bir anlamda kimliklerin üzerinde siyaset yapma imkanı yakalanır ve bunun kalıcı etkilerinin olacağını düşünüyorum. Muhalefet partileri hala bunu idrak edemedikleri için giderek önümüzdeki bir kaç yıl içinde AK Parti'nin potansiyel oyunun yüzde 60'lara geleceğini düşünüyorum.

Yüzde 60 bir potansiyel oydan bahsediyorsunuz. AK Parti bahsettiğiniz bu çok da kolay olmayan atılımları yapabilir mi sizce?

AK Parti deneyimli bir parti, şimdiye kadar farklı sorun kümeleriyle karşılaştı. Çoğu zaman gayri meşru hale gelen çok sert bir muhalefetle karşılaştı. Tüm bu badirelerden sağlam olarak çıktı. Bu olaylar yaşanırken aynı zamanda hizmetleri de çizgisinden sapmadan götürdü. Tüm bu badirelere rağmen ekonomi, sağlık gibi birçok alandaki hizmetlerde çizgiyi korudu ve bunlar küresel anlayışlara da uygundu. Dolayısıyla bu partinin mayasında bu işi becerebilecek bir potansiyelin var olduğunu görüyoruz.

CHP'nin sorunu makyajla çözülemez

HDP ve MHP'ye hangi yanlışlar kaybettirdi?

MHP'ninki çok net, sorumluluk almayan ve istikrarsızlığı bir şekilde besleyecek politikaları zorlayan bir lidere sahip olması... Bu MHP tabanında önce anlaşılmaz bulundu. HDP'nin ise kendisini PKK'dan ayıracak bir duruş sergileyememesi, sürekli olarak terörü, şiddeti kendi lehine yorumlamak üzere bir strateji izlemesi etkili oldu. Sonuçta HDP de istikrarsızlığa oynadı. Oysa bugünün Türkiye'sinin istikrarsızlığa 'evet' diyeceğini beklemek toplumu da tanımamak demek...

CHP'nin sorunu neydi peki?

CHP'nin kendi sosyolojisi katı bir sosyoloji, başka bir partiye gitmeye izin vermiyor. Bu yapı başka partilerden de geçişi engelliyor. CHP, partinin performansından bağımsız olarak yüzde 25 civarında duruyor. Ufak tefek rötuş ve makyajla çözümlenebilecek bir şey değil bu. Çok temel bir biçimde CHP'nin farklı bir parti olduğu mesajı verilmedikçe ne oraya büyük bir oy kayması olur, ne de büyük kopmalar olur. Öte yandan CHP'nin kendini değiştirmesi kendi açısından riskli bir durum. Oy getirmesi ihtimali olduğu gibi götürebilir de. Bu da CHP'yi korkutuyor; korktuğu için de aynı çizgide devam ediyor ama o zaman da hiç oy kazanamıyor.

Erdoğan'a bağlılık sınırları da aştı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik saldırganlığa varan yaklaşım yenilgi psikolojisinin ürünü mü?

Bu onların siyasi bir tavır gösteremeyip ideolojikleşmeleri ile de bağlantılı. İdeolojikleşme kolay hedefler üretir. “Tayyip Erdoğan kötüdür, Tayyip Erdoğan diktatördür" derseniz daha çok düşünmeye ihtiyacınız kalmaz. Her şeyi Tayyip Erdoğan'a bağlayın, “Zaten Tayyip Erdoğan ne istiyorsa o oluyor" diye inanın, oldu bitti! Zaten başka şey düşünmezsiniz. Bu kesim de bu türden bir zihni tembellik yapıyor.

Bu marazi bir durum değil mi?

Evet ama bence bunun nedeni psikolojik zaten. İhtiyaçlar nedeniyle düşünmekten vazgeçiyorlar. Düşünmekten vazgeçtikleri zaman da tüm bunların sorumlusu olarak birini bulup her şeyi ona yıkıp kendilerini kurtarıyorlar. Tabi bu da onların Türkiye'yi anlamamasına neden oluyor. Türkiye'yi anlamadıkları zaman da doğru tahmin yapamıyorlar, Türkiye'de siyaseti etkileyemiyorlar. Giderek daha da içe kapanıp, yalnızlaşıyor. Bir kısır döngü içinde hastalanıyorlar. Elbette laik kesimin tamamı değil, bir kısmı böyle.

ESKİDEN SİYASET EZİKTİ

1 Kasım seçimlerinin Türkiye'de ve yurtdışında Tayyip Erdoğan'a övgü sloganları ile kutlandığını gördük. Sınırları aşan bu Erdoğan sevgisinin sebebi ne peki?
Bunun da ideolojik, tarihsel ve psikolojik sebepleri var. İnsanlar geçmişten bugüne yaşanmış olan zulümlere, mağduriyetlere bakıyor, hayatın nasıl değiştiğini görüyor. Bu değişimi bir taşıyıcı ile ifade etme ihtiyacını duyuyor. Ve Tayyip Erdoğan da bunu taşıyan, hak eden bir lider. Siz sevincinizi ifade edecekseniz bunu en kısa şekilde bir Recep Tayyip Erdoğan övgüsü ile ifade ediyorsunuz. Uzun uzadıya AK Parti yorumu yapacak haliniz yok. O yüzden kitleleri birbirine bağlayan, onlar arasında ortak bir dil oluşturan bir Tayyip Erdoğan teveccühü var. Bu durum Türkiye'yi hiç tanımayan, yurtdışında yaşan insanlarda da var. Bu da psikolojik bağlılığın sınırları aştığını gösteren bir durum.