Bazı şeyleri yanlış biliyoruz galiba.
Söz Marshall Yardım Planı’ndan açıldı mı Demokrat Parti’ye yükleniyoruz. Hâlbuki yardımı kabul eden DP değil, CHP’dir. Halk Partili Hasan Hüsnü Saka’nın imzası vardır altında. (12 Temmuz 1947)
Nitekim 1. ve 2. yardım paketi CHP döneminde alınır.
Yardım varsa niye almayalım diyeceksiniz ama bağlayıcı maddeler imzalanmasa...  Bu anlaşma yüzünden hariciyemiz ABD’nin dümen suyuna girecek ve İsrail’in kuruluşuna evet diyecektir paşa paşa. (1948) 
Yerli Musevilerin Filistin’e göçmelerine izin verilir ayrıca. Mallarını ve paralarını da götürürler ki, zor günler yaşar piyasa. 
İslam ülkelerinin tenkitlerine kulak asacak değilizdir, onların ne mal olduğu ders kitaplarında yazmaktadır (!) zira.


REKLAM YAPILACAK, YAP!
Truman üç kuruş para verdi diye işlerimize karışmaya başlar. Anlaşmaya göre iç ve dış rekabette engelleyici tedbirler alınamaz asla. 
Türk hükûmeti, yardımın kaynağı, mahiyeti, miktarı hakkında “tam ve devamlı yayın” yapacaktır sonra. Devlet radyosunda Amerikan traktörleri anlatılır, gazete sayfalarına gemilerden indirilen cip resimleri basılır boydan boya. 
Amerikan filmleri, Amerikan mecmuaları, Amerikan müzikleri derken Amerikan hayat tarzı tutmaya başlar. Çocukların dilinde o malum tekerleme: Bir-iki-üçler; yaşasın Türkler / Dört-beş-altı; Polonya battı / Yedi-sekiz-dookuz; Ruslar doomuz/ On- on bir- on iki/ Britanya tilki/ On üç- on dört- on beş; Amerika kardeş...
 Derken Amerikalılara seyahat ve ikamet imtiyazı verilir, adına “Barış Gönüllüsü” denen misyonerler Anadolu’da fink atar. Bilhassa Kürt ve Alevi köylerinde dolaşır, fitne peşinde koşarlar.    
Dönemin mizah dergisi Marko Paşa sırf bunlara karşı geldiği için kapatılır, Halûk Yetiş, Mustafa Mim, Rıfat Ilgaz CHP’nin savcıları tarafından takibata uğrar. Aziz Nesin “Nereye Gidiyoruz?” yazısı yüzünden 10 ay ağır hapis cezasına çarptırılır,  yetmez Bursa’da “emniyet-i umumiye nezareti” (gözaltı) yaşar. (Ağustos 1947) Sabahattin Ali ise kim vurduya gider bu arada. 


SÜTLER FİRMADAN 
Derken efendim buzdolabından otomobile Amerikan malları piyasayı kaplar. General Elektrik, General Motor, artık general ne diyorsa… 
Malum II. Cihan Harbi ile Almanya ve İngiltere çökmüştür. ABD mallarının girmesi makul sayılabilir o sıra, neticede ondan almasan berikinden alacaksın. Kendin yapamadıktan sonra. 
Ancak Sam Amca tehlikeli işlere soyunur, vatandaşın damak tadıyla oynar. Elindeki mısır dağlarını eritmek için zeytinyağı aleyhinde kampanya açar. Yok kızarınca şöyle oluyormuş da filan… Güzelim zeytinlikler köklenirken, devletin radyosu “Zeytinyağlı yiyemem aman/ Basma da fistan giyemem aman” (1952) türküsünü bangırdatır utanmadan. 
Sana ne len benim şalvarımdan! İster kadife giyerim ister basma… 
Yok biz muasır medeniyete naylonla ulaşacaaz illa! 
ABD elindeki süt tozu stoklarından da kurtulmak istemektedir, n’apsın okyanusa mı döksündür yoksa? Uzmanlar suyu kirletme derler ver gitsin bi fukaraya. Türkiye’ye mesela! 
Ulaşamadığımız şey değildir hâlbuki. O haşlak sıvı yüzünden (plastik kokar) sütten soğuruz bir daha da almayız ağzımıza. 
Derken margarinciler çöreklenir başımıza, reklam, reklam, reklam ipotek koyarlar aklımıza havsalamıza. Sütlü ve vitaminli! Sinekler yanına bile yanaşmaz o başka. 
Ülser kanser diz boyu, adamı margarinle öldürürsen mesele yok, silahla öldürürsen ağır ceza!


ASTARI YÜZÜNDEN PAHALIYA 

İyi de bu teslimiyetin bedeli nedir? Neyimiz düzelmiştir bu arada? Kasalarımız, keselerimiz mi dolmuştur acaba? 
Marshall Yardımı’yla 1948 yılında 28 milyon dolar gelir, 1949 yılında 59 milyon dolar. 1950 yılında da (DP devridir) 50 milyon daha. Ceman 137 milyon dolar ki, para değildir aslında.
Hâlbuki İngiltere’ye 1948’de 1 milyar 316 milyon dolar, 949’da 921 milyon dolar, 950’de 1 milyar 60 milyon dolar yollamıştırlar. 
Başkan Truman 12 Mart 1947’de Kongre’den aldığı salahiyetle Türkiye ve Yunanistan’a 400 milyon dolarlık askerî yardım yapar. Yunanistan sahte komünistleri ayaklandırıp tutuklayarak durumunu vahim gösterir ve meblağın dörtte üçünü kapar. 
ABD, Türk ordusuna ateş gücü yüksek silahlar, modern vasıtalar lütfetmez, aksine müstamel hurdaları çakar, bir nevi safra atar. Kaldı ki, verdiğini yedek parça yoluyla geri alır fazlasıyla. Takriben 280 milyon liralık malzeme alırız, yürütmek ise 400 milyona patlar. 
Hatırlar mısınız o varil varil benzin içen REO’ların istiap haddi sadece 2 tondur. At arabasından hâllicedir ama yürürken ortalığı kesif bir benzin kokusu sarar.  


SAVUNMA SANAYİİ SAVUNMASIZ 
Hâlbuki Türkiye, Osmanlı devrinde bile topunu tüfeğini yapmaktadır. Camialtı Tersanesinde muhripler çıkarabiliriz pekâlâ. Eskişehir’de lokomotif, Kayseri’de tayyare fabrikamız vardır. Şakir Zümre, mühimmat imal etmektedir Haliç kıyılarında. 
Kırıkkale silah fabrikaları atıl kalmamak için çay makası, pulluk, baraka, karyola ve gaz ocağı imaline başlar.
Dünya silah endüstrisindeki en çok satış yapan yüz şirket içinde 52’si ABD’lidir. Ciroları bugün bile toplam ihracatımızı üçe beşe katlar. 
ABD, anlaşma maddeleri arasına “saldırı vukuunda” ibaresini sıkıştırmıştır el çabukluğuyla. Elimizi kolumuzu bağlamıştır, o silahları Kıbrıs’ta kullanamayız mesela. 
Biraz da kolaycılık işimize gelir, nasıl olsa veriyorlar deyip silah sanayini alırız askıya. Peki ya bir gün ABD ile ayrı düşersek?
Yok canım daha neler, gülerler adama.
Böyle böyle dışa bağımlı olup çıkarız; ABD madenlerimize çullanır, buğday, tütün, afyon ziraatini planlarlar. Başımıza kıta sahanlığı gibi bir garabet sarar, leblebi çekirdek gibi doğum kontrol hapı dağıtırlar. 
Tümgeneral George C. Stuart “Türk ordusunda bir kişinin yıllık bakım maliyeti 20 dolar” der, “Hâlbuki bu rakam Avrupa’da 1.100, ABD’de 3 bin dolar.”
Yani bir ABD’li savaştıracağına 150 Türk yolla. 

İTİRAF GİBİ...

∂ “Bugün Türkiye’nin ve dünyanın maruz kaldığı tehlike -bu kürsüden açıkça ifade edebilirim ki- ABD yardımı olmadan önlenemez… Bu yardım şu kadar milyon dolar gibi dar mütalaa edilmemeli. Türk-Amerikan yakınlaşmasının temel taşı telakki edilmelidir.”   Nihat Erim
∂ “ABD’nin Türkiye’de yapacak çok işi var... Kârlarını yurt dışına çıkarmaları için kambiyo ayarlaması yapabiliriz.” Başbakan Recep Peker  (New York Times) 
∂ “Fabrikalarımız, halkımızın kullanacağından fazlasını imal ediyor, çiftçilerimiz tüketeceğimizden fazlasını üretiyor. Bundan böyle anamız  (İngiltere) gibi yapacağız. Okyanusu ticaret filomuzla kuşatacak ve donanma ile arkasında duracağız. Sömürgeler kuracak, bayrağımızı markalarla dalgalandıracağız.  Zayıf ülkelere mutlaka girmeli, ham maddelerinden istifade etmeliyiz. Diplomasi ile olursa ne âlâ, olmazsa zorla!”