Siyasi jargonda değişmek denilince herhalde ilk akla gelen “ liboş ” denen tiplemedir. Hangi görüşten olursa olsun,  siyasi ideolojilerin maddi çıkarlar için terkedilmesidir kastedilen…

“ Artık devir değişti, tabi Çelik de değişti ” şeklinde bir şarkım olduğu için, bana da zaman zaman          “ Değişti ” derler…

1974 yılının Temmuz ayında Pendik’teki evimizin balkonunda radyodan duyduğum ses “ Allah Türk silahı kuvvetlerimizin yardımcısı olsun diyordu… Sonradan bu sesin sahibinin rahmetli Bülent Ecevit’e ait olduğunu öğrendim.

O gün 8 yaşında iken, ailemin yüzüne baktığımda hissettiğim şey gerginlikti! Bir sorun vardı…

Bugün ise “ ambargo ” ne demek biliyorum, çünkü o günlerdeki meşhur kuyruklarda bekleyen biriyim. Kıbrıs Rum kesiminin “ Kıbrıs ” adıyla AB üyesi olduğunu, uluslararası camiada devletimin adının  “ İşgalci ” olduğunu, neden devletimin adadan asker çekmesi için zorlandığını, ama kimsenin adadaki İngiliz askeri varlığı üzerine konuşmadığını biliyorum ve anlayabiliyorum…

1966 doğumluyum hatırlayabildiğim ilk gerginlik 1974 Kıbrıs Barış harekâtı ve 8 yaşıma denk geliyor.

Pendik Süreyya paşa ilkokulunda okurken Cumartesi günleri okulda bedava sinema seyrettirilirdi. Cüneyt Arkın filmlerini ilk orada izledim. Battal Gazi, Kara Murat… O güne kadar hayatımda hiç görmediğim halde Hristiyanlara karşı içimde hoş olmayan duygular uyandı! Şimdi ise Allah’a şükürler olsun çok Hristiyan arkadaşım var ve en küçük bir negatif hissim yok… Ve tabi ki devletimin çıkarları hakkında bilgi sahibiyim ve dünyada ne olup bittiğini de çok iyi biliyorum ama yaklaşımım ön yargılı değil.

Malkoç sahası vardı o zamanlar Pendik’te, şimdi tabi çok değişmiş. Orada genç abilerimiz maç yapardı biz de su satardık. Bu bölgede geceleri dağıtılmış sol içerikli bildirileri bulduğumuzda ilk işimiz, ülkücü abilerimize vermekti;  Bunu yapınca kendimi çok önemli bir şey yapmış gibi hissediyordum.

Pendik ülkücü bir yerdi ve bilenler bilir. Bizim evimiz solcuların yaşadığı yerde, okulum da sağcıların yaşadığı yerde!

Ortaokul çağındayım, yaşı düşünün yani 11 ya da 12 yaşındasın… Okula gitmeye çalışırsın, sol görüşlü gençler çevirir “ Niye sağcıların okuluna gidiyorsun ” diye itip kakar, okula gidersin sağcılar çevirir “ Ne geliyorsun bizim okulumuza komünist ” diye itip kakarlar. Allah’a şükürler olsun başımıza bir şey gelmedi, Allah korudu bizi! Ama bilmiyorum ki “ Komünist ” ne?

12 Eylül 1980 darbe öncesi Türkiye’nin hali böyleydi…

Gariban babam, ister mi evlatları zarar görsün? Ne yapsın? Okula mı göndermesin? Ya da Oxfort’a gönderememesi suç mu?

Sadece siyaset mi sorunlu?

Bir de Ekonomik süreç var?

12 Eylül 1980 darbesi öncesi üç bazen de dört yılın bulan müthiş uzun süren grevler var. 4 çocuk var… Gelir yok… Üç sene çok, ama çok uzun bir zaman!  Babam Eminönü hanlara gidiyor, yapma çiçek alıyor ve ben de onunla gidiyorum, pazarlarda çiçek satmaya çalışıyoruz… Cumartesi Pendik, Perşembe Küçükyalı, Salı günü meşhur Salı Pazarı…

O zamanlar sendikalar, sendikaların adamları ve sendika ağaları var. İşverene karşı direnmek için grev çadırlarında işçilerden oluşan grev gözcüleri ile fabrika önlerinde kalıyorlar. Babam onlara katılmazdı. Pazarda rast geldiğimiz sendikacılar  “ Gelip grev gözcüsü bile olmadın, senin hakkın için direniyoruz ” derlerdi şimdi hatırlayabildiğim. Bugün demokratik kitle örgütlenmelerini çok önemseyen ve doğru bulan biri olarak bunu size yazıyorum… Çaresizliğin her boyutunu anlamanızı isterim. Bu zor ve çok çelişkili bir durum!

Onların elinden kurtulursun, zâbıtalar gelir! Onlar gelirse toplarsın eşyalarını başlarsın kaçmaya… Şimdilerde hala sokakta ekmek parasını kazanmaya çalışan birini zâbıta engellemeye çalışınca aklıma hep bu gelir!

O günlerde sadece öfke duydum. “ Mâruz ” kalan olarak,  “Mâruz bırakan” tarafa çok büyük öfke duydum.

Bu yaşadıklarımım benim ilk kez değişmemi sağladı… Masum çocukça duygulardan öfkeli duygulara doğru sahici bir değişim yaşadım! Artık o eski çocuk değildim…

1980 sonrası canımızı kurtardık, üniversiteye başladık…

Maçka…

İTÜ…

Solun kale gibi olduğu fakülteler. Yolum çok uzundu. İlk defa trenlerde gazete okumaya başladım ama okumamım bir amacı yoktu, vakit geçsin diye okuyordum. Bunlar ilk ciddi okumalarımdı ve okuduğum da Cumhuriyet gazetesi idi. Yani Oktay Akbal, Mustafa Ekmekçi okuyorsun düşünsene!  Şimdi de          “ Rok ” var anla yani durumu?

İdeolojisi ve tarihi hakkında hiç ama hiçbir şey bilmediğim sağ görüşten, yine ideolojisi ve tarihi hakkında hiçbir şey bilmediğin sol görüşe doğru bir değişim süreci yaşadım. Ama bu tamamen çevre ve toplum faktörü ile ilgili idi…  Yani bilgimiz olmadan bir fikrimiz vardı neden olduğunu bilmiyordum ama sol görüş sağ görüşten daha iyiydi. Ben bugünden o noktaya baktığımda kendimi  “ Yobaz ” olarak görüyorum.

Bu da benim ikinci değişimim oldu.

Şimdi çeviriyi kimin yaptığını bilmek istiyorum? Yayın evini ve evrene bakış açısını araştırıyorum… Ama bu ilk değişimlerin yaşandığı çağlarda, hiçbir bilgim yoktu, çocuktum o zaman… Sadece küçük bir çocuk…

Artık genciz, dayak yeme çağı geçti… Gücümüz kuvvetimiz var ve elimiz ayağımız da tutuyor. Serde biraz delilik de var Erkin Koray şarkılarındaki gibi… Esmedik de değiliz yani kaldırımlarda…

Sokaklarda haksızlığa karşı gelmek ve deli gibi kavga etmek isterken, birden vahşetlerinden tiksindiğim şiddet severler gibi olduğumu fark ettim. Henüz fiili değildi ama aklımdan geçiyordu, şiddetle tepki vermek istiyordum! Ve bunun adı haksızlığa karşı susmamak ve bilmeyeni bilinçlendirmekti… Yani özürüm de kabahatimden büyüktü!

Bu görevi sana kim verdi?

Nereden buldun bu cüreti?

Anlamıyorum ki?

Bursa nutku falan, bilmiyorum öyle şeyler!

Tam öyle halimiz… Kara cehâlet…

Bu benim üçüncü değişimim oldu…

Üniversiteye girdik, sanat okulu sonuçta, siyasal bilgiler fakültesi değil, ama tabii ki eğitim aldığınızda sistemle ilgili aksamalarla karşılaştığınız için, sorgulamalar da olmuyor değil. 2023 civarında Çin’in süper güç olacağı bilgisini ben o günkü Yüksek lisans ve doktora dersi veren hocalarımdan öğrenmiştim… Bilimsel veri yani, öyle kehanet falan değil. Akademik yayın, buluş, bilim adamı sayısı, yayınlanan araştırma tezleri ile Avrasya aklı, o günlerde bir düşünce biçimi olarak var bilim dünyasında yani!

İşte bu yıllarda önce sağcı ve sonra solcu olarak fikir değil de yer değiştiren biri olarak Arslan Bulut tarafından yazılan  “ Türkçü- Devrimci ” diyaloğu isimli kitabı okudum.  Hani haber sunarken diyorlar ya “ Sarsıcı ”. Hah işte tam o ikoncanların dediği gibi “ Tam ondan oldum ben ”

Sarsıldım…

Sabah sağ görüşlü vatanımın evladını vuran silahın, öğleden sonra sol görüşlü vatanımın evladını vuran silahla aynı olduğunu öğrendim! Balistik raporu ile devlet kayıtlarına geçen ve açık kaynaklarda yayınlanan bu bilgi gibi binlerce bilgi okuyacaktım ondan sonraki süreçte…

Türkçesi, bir el, bizi, bize kırdırıyordu…

Ben de ne sağ kaldı, ne de sol…

Çok büyük bir öfke duydum ülkemde binlerce vatan evladını birbirine kırdıran bu ele!                          Ve “ Bağımsızlık benim karakterimdir ” sözü üzerine ilk kez o zaman düşünmeye başladım… O güne kadar Atatürk benim için 1881 de doğmuş, annesi Zübeyde hanım, babası Ali Rıza Bey olan, devletimizin kurucusu idi…

Bu da dördüncü değişim…

Deli gibi okumaya başladım ama nasıl bir okumak, hayal bile edemezsiniz! Öyle bir değişim ki “ Çelik değişti ” sözü beni anlatmak için çok yetersiz kalıyor.

Tam da bu sırada şöhret bizi buldu…

Haydaaaaa!  Bu da başka bir âlem! Parayı bulduğun nokta…

Harika bir dünya!

İlk solo albümümde, Pop müzik dünyasında Atatürk şarkıları yapmak kabul ediyorum ki kolay anlaşılır bir şey değildi. İlk gelen tepkileri de anlayamadım. Çok tuhaftı, tepki veriyorlardı?

“ SANA MI KALDI LAN ATATÜRK’Ü ANLATMAK? ”

Küçükken zabıtadan, sendikacılardan, sağcı veya solcudan gördüğümüz şiddet  “ Eleştiri ” adı altında kesintisiz devam ediyordu! İşime, sanatıma bakmalı, başka bir şeye karışmamalı idim. “ Yemimi suyumu ” bulmuştum, önümden yemem ve başka bir şeye salça olmamam gerekiyordu.

Ve beni azarlayan çok-bilmiş ama hepimizin bildiği Balyoz, Kumpas, Ergenekon, kozmik oda gibi Türk devletine göbekten yapılan saldırı sürecini görmekten acizlerden öğrendim ki “ Ey Türk gençliği ” bana değil, Mozambik gençliğine söylenmişti!

 Ben savunduğum şeylerin, sözlerimin, röportajlarımın ve yaptıklarımın etkisini sonradan anladım! 2000 yılından sonra öyle iftiralara uğradık ki hakkımda ne tarikat, ne ateist, ne ajan ne de ahlaksızlığım söylenmedik hiçbir şey kalmadı! Bugün yurt dışında kaçak olan sözde savcı Zekeriya Öz, bir ihbar e-maline dayalı olarak 13. Ağır cezaya beni suçlayan öyle bir yazı yazdı ki bütün medya bunu manşete taşıdı! 2 sene Bakü’de sürgün yaşadım.

O güne kadar, bütün kariyeri boyunca Atatürk ilkelerine bağlı olan benim ağzımdan bir gazetede          “ Ben Atatürk’çü değilim ”şeklinde manşet atılınca ben “Egemen-Erk ” ne demek, “ Linç ” hepsini tek atışta anladım!

Elimde kayıt bandı olan röportajda böyle bir konuşma olmadığı mahkemede hemen ispatlandı ama tam bir sene tekzibimi yayınlatamadım biliyor musunuz? Söylemediğim bir sözü söylemişim gibi yazan, kendini kanunun üstünden sayan ve 2 ayrı mahkeme kararına rağmen tekzibimi ısrarla yayınlamayan özgür bir medya organından bahsediyorum.

Buraya kadar yazdıklarımın hepsinin belgesi medyada açık açık yayınlanmıştır. Yani şahsi görüş, kişisel zevk “ Zevkler ve renkler tartışmaz şekerim ” meselesi değil bu…

Asıl sorun içinde bulunduğum popüler dünyada kimsenin yanımda olmaması, ne oluyor diye sormaması ve hiçbir şey olmamış gibi davranması idi. Hiçbir parti, hiçbir insan hakları kuruluşu, hiç bir sendika, hiçbir aktivist, bir yardımsever dernek! Hiç kimse! İnanın hiç kimse…

Kendimce doğru olduğuna inandığım şeyleri kimseye hakaret etmeden söylememin karşılığı bu idi…

Amerika’da bir film setinde Bir yönetmen ya da artist bir başka sanatçıya tacizde bulunda ortalık yıkılır. Milyon dolarlık tazminatlar havada uçuşur.

Evladımın annesi Buket Saygı, dizi setinde Kadir İnanır tarafından taciz edilince masaya yumruğu vurdum, mahkemeye delillerimle gittim. Mahkeme bizi haklı buldu. Tazminatı aldık. Kadir İnanır ceza davasında hüküm giydi, cezası para karşılığında hafifletildi tekrarında hapis yatacağı kesinleşti.

O zaman da çok şaşırdım!

Kimisi bu mahkeme süreçleri bitmeden hemen “Reklam ” dedi… Her albümüm satış rekoru kırıyor, her gün konserim var, ülkede almadığım müzik ödülü yok ama ilk tepki bu? Ve hepsinden çok ama çok daha önemlisi yanımızda bir tek kadın derneği yok?“ Kadın hakları ” savunan bir tek kurumun yanımızda olmayışına çok şaşırdım?  Bugünlerde ise kadın hakları paramparça…

 “ Performans ”

Performans sanatı imdadıma yetişti…

İlk çalışmamda kadın kılığına girdim. Bu şok etkisi yarattı, çünkü kimsenin benden beklemediği bir tarzda işti. “ Şizoid ” isimli bir müzikal yazdım ve bunu hem oynadım hem de şarkılarını söyledim. Bu gösteride Türkiye’nin kurtuluşunun kadınlarda olduğunu haykırdım. 

İkinci çalışmam medyada “ Çıplak fotoğraflar ” olarak bilinen ve Van’da evladını kaybeden ve bir çuvala koyup, sırtına yüklenip köyüne dönen babaya adadığım işti…

Ne kadar anlaşıldı, kim ne dedi, kim dinledi, bilemem ama gelen tepkiler “Çelik yine değişti ” olarak özetlenebilir.

Sonuç ne?

İşte şimdi içinde bulunduğumuz noktadayız?

Benim değişim hikâyem bu…

Çalmadım, hak yemedim, vatanımın yanında vatansever olarak durdum, tecavüz etmedim, kimsenin ırzına göz dikmedim, küçük yaşta çocuğa sarkmadım, uyuşturucu kullanmadım, bir müzik emekçisi olarak âlemde akmak, keyfime bakmak yerine bu yazdıklarımı yaparken anlaşılacağımı düşündüm.

Ne gördüm biliyor musunuz?

Sağ-Sol yok!

İyi ve kötü var!

Siz ne yaparsanız yapın, kötü kötülüğünü yapıyor… İyi olan da iyiliğini

Ben çocuk gibi saf kalmak istiyordum, değişmek değil. Ve değişmekten çok yoruldum.

Ama benim hala umudum var, olmasa burada da yazmadım…

Sevgi dolu Saygılarımla

Çelik

Alıntı
yirmi4.com
ww.yirmi4.com/makale/amp/20