GQ Türkiye dergisi, yeni sayısı için Kıvanç Tatlıtuğ’u Yedigöller’e götürdü, onunla orada iki gün geçirdi. Yakışıklı oyuncu, dergiye hakkında merak edilenleri anlattı.
 
Kıvanç’ın doğaya olan düşkünlüğüne şahit olmak istedik. Büyük prodüksiyonlar, ışıklar, flaşlar, pozlar patlatmadan, yanımıza saç-makyaj ekiplerini almadan iki gün geçirdik. Hem de telefonların tamamen kapsama alanı dışında kaldığı Yedigöller’de.

Yedigöller’de sezon mayıs ayında başlıyor, yani sezon öncesi oradayız. Büfeler bile kapalı. Kimsecikler yok. Gölün kenarına ulaştığımız an, arabadan atıyor kendini Kıvanç, tek kelimesini duyuyorum: “Muhteşem!” Peki burada onu rahat hissettiren ne? “Uzaklara kaçmak, küçük köylere, kasabalara, balıkçıların ya da yerel insanların yanına gitmeyi seviyorum.
 
Çoğu zaman beni tanımıyor, tanısa da aldırmıyorlar. Simit yiyorsa simit yer misin kardeş diyor, bir çay da sana koyuyor ya; işte o muhabbeti seviyorum. İnsanların doğal olduğu, samimiyetle sohbet ettiği yerleri, bu sohbetleri gördükçe dünyaya bakışım güzelleşiyor, içsel motivasyonum yükseliyor.
 

Bir durup görmek susup duymak lazım
 

“Ben şimdi, senin hayatının nasıl bir dönemine denk geldim?” diye soruyorum. “Hayatımın olgunluk dönemine denk geldin. Daha doğrusu, sanırım bu olgunluğu keşfetmenin başlangıcındayım. Bir durup görmek lazım. Susup duymak lazım. Şu an kuvvetli bir şekilde ona inanıyorum.
 
Elimden geldiğince, güncel haberlerin dışında sektörle ilgili şeyleri takip etmemeye çalışıyorum ki kafam karışmasın. Bir şekilde zehirlenmeyeyim. Beni tam manasıyla kendi derinime iten şeyler aslında neler; bunları keşfediyorum. Sanırım doğada keşfediyorum ki kendimi doğaya veriyorum.”
 
45 yaşında çocuklu bir adam olurum
 
45 yaşında olduğunu hayal etse, aklına ilk ne gelir? “45 yaşında, işini devam ettiren, çoluklu çocuklu bir adam olurum herhalde. Yine ailesini fazlaca korumaya programlanmış ama bu defa geniş ailesiyle birlikte çekirdek ailesini de koruyan... Yine uzak yaşayan, yine çok konuşmayan, uluorta kendini göstermekten hoşlanmayan...”

“Bugün 20 yaşında olan, hatta senin o dönemki haline benzeyen bir erkeğe ne öğüt verirdin?” diyorum. “Hiçbir şey için yaşantından ve yapmak istediklerinden vazgeçme. Onun dışında, sana gelen her şey hoş gelmiş, sefa gelmiş.”
 
Gerekirse her şeyi bırakabilirim
 
“Hırslı mısın?” diye soruyorum. “Değilim ya... Fazla hırsın insanın önce kendini, sonra ilişkileri zehirlediğini düşünüyorum. Bunu şu yaşımda düşünmüyorum, hep biliyordum. Çok azla yetinebilirim. Ormanda üç-dört arkadaşımla vakit geçirmek, atımın üzerinde dörtnala koşmak benim için dünyadaki en büyük mutluluk şu an. Popülerlik ya da para insana mutluluk getirmiyor.
 
Doyumsuz hiç olmadım, olmayacağım. Bırakmam gereken yerde her şeyi bırakabilirim. Allah’a şükür sağlıklıyım, çok mutluyum. Ama huzurum ve mutluluğum ne yakışıklılığımla, ne kazandığım parayla eşdeğer. İç motivasyon, iç huzur, parayla ya da güzel olmakla gelmiyor. Aile bağların güçlüyse, bir bütünsen onlarla, için huzurluysa o zaman zenginsin, o zaman tamsın bu hayatta.”
 
Senaryo yazdım
 

“Özgürlüğüme çok düşkünüm. Hayatım boyunca ne yaparsam yapayım, sıkıldığımı hissettiğimde arkamı dönüp gittim. Oyunculuk mesleğini gerçekten çok seviyorum. Bunu götürebildiğim kadar götürmek istiyorum ama hayatın ne göstereceği belli olmaz.
 
Bağımsız işler yapmak istiyorum. Birçok şey yazdım (senaryo), biriktirdim. Kendi bağımsız projelerimi yapmak istiyorum. Bu işi bırakmam gereken zaman gelebilir ve gelirse doğru zamanda bırakmak istiyorum.”