Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in hayatta olduğu “saadet dönemi”nde yüce dinimiz en güzel şekliyle yaşanmış, toplum ve fert plânında Yüce Allah’ın muradı en ideal tarzda hayata aksettirilmiştir. İnsanlık alemi, bu dönemde “Allah’ın razı olduğu” hayat modeline bütün ihtişam ve güzelliğiyle şahit olmuştur.

Efendimiz s.a.v. döneminde hayatın ideal ölçülerde yaşanması, şüphesiz ki dinimizin temel değerlerinin titizlikle korunması ilkesine riayetle mümkün olmuştur.

O’nun gözetim ve terbiyesinde yetişen Sahabe nesli de, Allah hepsinden razı olsun, yüce dinimizi en güzel biçimde yaşamış ve yabancı herhangi bir unsurun İslâm’a girmesine izin vermemiştir.

Sahabe neslinin eğitiminde yetişen Tabiûn da dinî yaşantıya yabancı unsurların karışmamasına aynı hassasiyetle dikkat göstermiş ve böylece yüce dinimiz bizlere kadar ölçüleri, kaynakları ve hayat tasavvuru ile ideal bir hayat modeli olarak intikal etmiştir.

Bununla birlikte Sahabe döneminin sonlarından itibaren, aşağıda açıklayacağımız sebeplerle ilk dönemlerde bulunmayan bazı inanç, kültür ve gelenek unsurlarına da rastlanmaya başlanmıştır.

Bid’at Nedir?

Sahabe döneminden itibaren, Arap olsun, başka kavimlerden olsun, İslâm’ı yeni kabul eden topluluklar, eski inanç, gelenek ve kültürlerini ilk anda bütünüyle terkedememişler, gerek cahiliye dönemi Arabistan’ında, gerekse İran, Hint ve eski Yunan’da görülen bazı anlayış ve uygulamaları da beraberlerinde İslâm toplumuna taşımışlardır.

Öte yandan Efendimiz s.a.v. döneminde bulunmayan birtakım anlayış ve uygulamaların da yeni gelişmelerle birlikte zamanla dinî hayat içinde vücut bulduğunu görüyoruz.

İşte, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz döneminde rastlanmayan ve din kemale erdikten sonra ortaya çıkan bu “yabancı unsurlar”ın tümüne biz, sözlük anlamıyla “bid’at” diyoruz. (İbn-I Manzûr, Lisânu ’l-Arab)

Buradaki “Din kemale erdikten sonra” ifadesi, “Efendimiz s.a.v. ahirete intikal ettikten sonra” demektir. Bu dönemden sonra ortaya çıkmış olan ve O’nun hayatında bir örneği bulunmayan herşeye sözlük anlamıyla “bid’at” denir. Bu tanım, “bid’at” kelimesinin özünde mevcuttur.

Bid’at kelimesinin sözlük anlamından hareketle herhangi birşeyin iyi ya da kötü olduğunu söylemek mümkün değildir. Bir başka deyişle, Din kemale erdikten sonra ortaya çıkan her türlü uygulama ve anlayış “bid’at” kelimesinin sözlük anlamı içine girer. Bu uygulama ve anlayışın iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu belirlemenin ölçüsü ise, onun sözlük anlamı değil, Kur’an ve Sünnet’e uygun olup olmaması, yani kavramsal anlamıdır.

Zira dinî hayat ile doğrudan ilgili olmadığı halde zamanla ortaya çıkan ve bilgisayardan otomobile, telefondan uzaya fırlatılan çok amaçlı uydulara kadar günlük hayatımıza girmiş bulunan her türlü teknolojik icat da bu kelimenin anlamına dahildir. Yani bunlar da sözlük anlamıyla birer “bid’at”tır.

Öyleyse “bid’at” kelimesinin kapsamına giren hususların hepsini aynı kalıpta değerlendirmek yanlıştır. Başka bir ifadeyle söylersek; bid’atlar içinde dinî hayatı hiç ilgilendirmeyen hususlar bulunduğu gibi, dinî hayatı yakından alakadar eden hususlar da vardır. İşte bu noktada önümüze “bid’at” kelimesinin, dinî hayat ile yakından irtibatlı olan ıstılahî (terim) anlamı çıkmaktadır.

Herhangi bir hususun dinî anlamda bid’at olarak nitelendirilebilmesi için, Kur’an ve Sünnet’te yer alan ölçülere uygun olup olmadığına bakılır.

Şu halde burada ikinci bir noktanın daha altını çizmeliyiz: Herhangi bir hususun ıstılahî anlamda “bid’at” olması da, tek başına o şeyin iyi veya kötü olduğunu göstermez. İşte bu sebeple alimlerimiz, ıstılahî bid’ati de iki ana kısma ayırarak ele almıştır.

Güzel Bid’at – Çirkin Bid’at Ayrımı

Alimlerimizin, bid’atın Kur’an ve Sünnet ölçülerine uygun olup olmaması noktasında yaptığı sınıflandırmaya göre ıstılahî anlamda bid’at iki kısma ayrılır:

1-Güzel (övülmüş, teşvik edilmiş veya övgüye layık) bid’at; yani bid’at-ı hasene.

2-Çirkin (yerilmiş, sakındırılmış veya yerilmesi gereken) bid ’at; yani bid’at-ı seyyie.

Meşhur hadis ve lugat alimlerinden İbnu’l-Esîr, bu ayrımı “bid’at-ı hidayet” ve “bid’at-ı dalâlet” diye ifade etmiş (en-Nihâye) ve bu nefis tesbit üzerine konuyu şöyle detaylandırmıştır:

“Allah Tealâ’nın ve Rasulü s.a.v.’in emrettiği hususlara aykırı olan şeyler, kötülenen ve sakındırılan bid’at kapsamına girer. Allah Tealâ’nın ve Rasulü’nün umumi teşviklerine dahil olan hususlar ise övülen bid’atlardandır. Daha önceki uygulamalarda mevcut bir örneği bulunmayan–kerem, cömertlik ve ma’ruf kapsamına giren fiiller gibi – hususlar da övülmüş fiillerdendir. Bu gibi şeylerin, dinin öngördüğü hususlara aykırı olması düşünülemez. Zira Rasul-i Ekrem s.a.v. bunların sevap olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Kim güzel bir çığır açarsa, bu işin ve o çığırda yürüyenlerin sevabı (onlardan da eksiltilmeksizin) o kimseye verilir.”

Bunun zıddı olan hususlar hakkında da, “Kim kötü bir çığır başlatırsa, bu işin ve o çığırdan yürüyenlerin günahı (onlardan da eksiltilmeksizin) kendisine yazılır.”

Bu ikinci durum, Allah Tealâ’nın ve Rasulü’nün emrine aykırı olan çığır için sözkonusudur.

Hz.Ömer r.a.’ın teravih namazının mescitte tek cemaat halinde kılınmasını temin ettikten sonra bu uygulama için “güzel bid’at” tabirini kullanmış olması bu bakımdan son derece önemlidir.

Bilindiği gibi Hz.Ömer r.a. zamanına kadar halk mescitte teravih namazını ya münferit olarak, ya da aynı anda namaz kıldırmakta olan birkaç imamdan birisine uyarak ayrı cemaatler halinde kılıyordu. Hz.Ömer r.a. bu küçük cemaatleri tek bir imamın arkasında toplamış ve bu uygulaması için “güzel bid’at” tabirini kullanmıştır.

Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in, teravih namazını birkaç gece cemaate kıldırdığı, sonra farz zannedilir endişesiyle terkettiği bilinen bir husustur. (Buharî, Müslim, Nesaî, Ahmed b.Hanbel.) Ancak yine bilinen bir başka husus da, Efendimiz s.a.v.’in bu namazın cemaatle kılınmasını teşvik ettiği ve şöyle buyurduğudur: “Bir kimse, imam çekilinceye kadar onunla birlikte namaz kılarsa, bu namaz, geceyi ihya etmiş olmak için yeterlidir.” (Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, vd.)

Bu hadisi nakleden sahabi Ebu Zerr el-Gıfarî r.a., Ramazan ayında Rasul-i Ekrem Efendimiz’in birkaç gece mescide çıkarak kendilerine teravih kıldırdığını ve kendisinin, “Ey Allah’ın Rasulü! Bu namazı bize nafile bir namaz olarak devamlı kıldırsanız” demesi üzerine Rasul-i Ekrem Efendimiz’in yukarıda zikrettiğimiz cevabı verdiğini söylemiştir.

Hz.Ömer r.a.’ın bu uygulamasının, dinde yasaklanmış çirkin bir iş olduğunu söylemek (yukarıda zikrettiğimiz Nebevî uygulama ve teşvik dolayısıyla) mümkün olmadığına göre, bunun “güzel bid’at” olduğunu söylemek zorunlu olur.

Hz.Ömer r.a.’ın bu uygulaması için “çirkin bid’at” tabirini kullanmanın doğru olmadığını gösteren bir diğer delil de, yine Efendimiz s.a.v.’in şu hadisidir:

“Benim sünnetime ve benden sonra gelecek olan raşid halifelerin sünnetine sarılın.” (Ebu Davud, Tirmizî,İbnu Mâce)

Bu hadis, raşid halifelerin uygulamalarının Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in sünneti ne aykırı olmak şöyle dursun, ona uygun olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bunda garipsenecek bir nokta da yoktur. Zira “raşid halifeler” dediğimiz ilk dört halife, zamanlarının büyük çoğunluğunu Rasul-i Ekrem Efendimiz ile birlikte geçirmiş, O’nun tavır, davranış ve uygulamalarının özünü ve ruhunu yakalamış, Kur’an ve Sünnet’e vakıf dirayetli ve yetkin kimselerdir. Böyle olduğu için onların yapıp ettikleri bir anlamda Efendimiz s.a.v.’in onayından geçmiştir demek yanlış olmaz.

Güzel Bid’at Örnekleri

Güzel bid’at (bid’at-ı hasene veya bid’at-ı hidayet), yüce dinimizin gözettiği hedefleri gerçekleştirmeye yönelik olarak sonradan ortaya çıkmış olan her türlü faaliyettir.

-Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz döneminde kürek kemikleri, hurma lifleri, deri parçaları gibi yazı malzemeleri üzerine yazılmış olan ve dağınık parçalar halinde bulunan Kur’an ayetlerinin bir kitap haline getirilerek iki kapak arasında toplanması,

-Hadislerin sıhhat durumunu tesbit etmemizi sağlayan Hadis Usulü,

-Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarma metotlarını pratik kaideler halinde düzenleyen Fıkıh Usulü,

-İslâm itikadına aykırı yabancı fikir akımlarının önünü kesmek için aklî metotlar geliştirerek bize İslâm düşmanlarıyla ve itikadî bid’at gruplarıyla fikrî mücadele etme imkanı veren Kelam gibi ilim dallarının geliştirilmesi birer güzel bid’attır.

-Aynı şekilde, teravih namazının camide tek cemaat halinde kılınması da dinî bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik olduğu için güzel bid’atlar cümlesindendir.

-Yerleşim merkezlerinin büyümesi sonucu camilerde okunan ezanın uzak mesafelerden duyulmasını mümkün kılan teknolojik imkanların kullanılması,

-Camilerde namazın aksamadan cemaat halinde kılınması ve bu mukaddes mekânların temizlik, bakım gibi ihtiyaçlarının düzenli olarak yürüyebilmesi için ücret karşılığı cami görevlileri tayin edilmesi gibi uygulamalar da güzel bid’atlardandır.

Bütün bu hususlar ve daha pek çok benzerleri, “kim güzel bir çığır açarsa…” diye başlayan hadis-i şeriften ilham alınarak geliştirilen “bizi dinin maksatlarına götüren ve dinî herhangi bir ilkeye aykırı olmayan vesileler güzeldir” şeklindeki Fıkıh Usulü kaidesine dayanarak hükme bağlanmıştır.

Çirkin Bid’at Örnekleri

“Bizi dinin maksatlarına uymayan yollara götüren ve dinî ilkelere aykırılık teşkil eden vasıtalar da kötüdür” şeklindeki kaideye dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

Kur’an ve Sünnet’te yer alan herhangi bir ilke ile çatışma halinde olan her türlü dinî uygulama ve anlayış çirkin bid’attır.

Çirkin bid’atlara şu örnekleri zikredebiliriz:

-Türbelere ve kabirlere mum dikmek, ağaçlara ve türbe pencerelerine bez bağlamak, tuz serpmek.

-Haftanın bazı günlerinde yolculuğa çıkmanın, siyah kedi görmenin, baykuş ötmesinin, merdiven altından geçmenin uğursuzluk getireceğine inanmak.

-At nalı, nazar boncuğu gibi şeylerin, kötülük ve uğursuzluk savdığına inanmak, bu inançla bu gibi şeyleri evine, arabasına, işyerine asmak.

-Ruh çağırmak, büyü yapmak ve yaptırmak, fal bakmak, yıldızların durum ve hareketlerinden hokum çıkarmak, burçlara inanmak, kurşun döktürmek. (Nazar ve büyünün varlığını inkâr etmek doğru değildir. Bizim burada vurgulamak istediğimiz husus, varlığını Kur’an ve Sünnet’ten öğrendiğimiz bu iki hususun tedavisinde başvurulan yolların asılsızlığıdır. Nazar ve büyünün tedavisi için başvurulması gereken yöntem, Kur’an okumaktır.)

-Ölülere bağışlanmak üzere önceden Yasin okuyup şişelere doldurduğunu söyleyen bazı istismarcılara aldanarak bu şekilde “hazır Yasin” satın almak ve bunu ölülere bağışlamak.

-Gece tırnak kesmenin kısmet eksilmesine veya ömür kısalmasına sebep olacağına inanmak.

-Gece ev süpürmenin fakirliğe sebep olacağına inanmak.

-Bazı camilerin bahçelerinde bulunan şadırvanlara para atarak niyet tutmak.

-Türbelerin bahçesinde veya eşiğinde, önem verilen birisinin gelişini kutlamak için ya da yeni alınan ev, araba vs. gibi şeyler için “kan akıtmak” adı altında kurban kesmek, kanını kendi alnına veya yeni alınan şeylere sürmek.

-Ay ve güneş tutulması esnasında (ayı ve güneşi tuttuğuna inanılan şeytanları kovmak için!) teneke veya davul çalmak, silah atmak.

-Kötü bir olaydan söz eden kişinin, o olay kendi başına gelmesin diye kulağını çekmesi ve ahşaba, duvara vurması.

-Kırkını doldurmamış çocuğun tırnaklarını kesmenin, o çocuğun arsız ya da hırsız olmasına yol açacağına inanmak.

-Cinden, şeytandan, nazardan vs. korumak için yeni doğmuş çocuğun kundağının veya beşiğinin altına kurumuş insan pisliği veya mezarlıktan getirilmiş toprak koymak.

-Boyu ölçülen çocuğun kısa kalacağına inanmak.

-Gece köpek uluyan veya damında karga yahut baykuş öten ya da kapısında çıkarılan ayakkabılardan birisinin ters döndüğü evden cenaze çıkacağına inanmak.

-Yolculuğa çıkan kimsenin arkasından su serpmek.