Her zaman olduğu gibi uzun yazılardan birine başlayacağız…

Yazarken, yazıyı okuyanın aklındaki soruları görmeli ve sormasına fırsat vermeden bir kelimeden öbürüne geçerken cevabı da vermelisin ki yazı, okuyanın gözünde “ Prompter ” gibi aksın ve akıcı olsun…

Yazıya başlar başlamaz düşünen bir akıl ilk şunu soracak “ Neden[Başlayacağız] diyerek çoğul kişilik kullanıyorsun [Başlıyorum] da diyebilirdin? ”

Bunu düşünen akıl soracak… Düşünmeyen aklın zaten sorusu ve sorunu yok, hayat ona güzel! Olmayan sorusuna benim cevap aramam “ Safsata ” olacak! Ona “ Gelen vurdu, giden vurdu ” şarkısını armağan edelim ve düşünen aklın sorusunun cevabına geçelim;

O yani “ Neden [Başlayacağız] diyerek çoğul kişilik kullanıyorsun? ” diyen aklın soru sorma biçimi “ Bilmeden anlamaya çalışmaktır ”

Hani bilgisi olmadan fikir beyan eden…

Sanki cevabı versen bütün dünyanın sorunlarını bir saniyede çözecek gibi soru sorar? Bu bilmediğini bilmeyen dediğimiz kişilik! Piyangodan büyük ikramiye bulup sonradan intihar eden tip buna örnek olarak verilebilir! Soru senin neyine, para senin neyine, güç senin neyine? Hepsini bulsan ne yapacaksın? Sonun intihar!

Neyin peşindesin? Sorularının amacı ne?

Bu akıl “ İki Mustafa Kemal var; Biri Ben, et ve kemik, geçici olan… İkinci Mustafa Kemal, onu Ben diye ifade edemem! O ben değil bizdir ” diyen Atatürk’ten bîhaber, bu hitâba muhatap olamadı! Bu sözün açıklamasından haberi yok ama Ben ve biz sorusuna cevap arıyor. Bulamaz!

Çünkü kimlik kargaşası yaşıyor! Asabiyet problemi yaşar… “ Dayanılmaz hafiflik ” dedikleri hani…

Düşünenin ikinci sorusu sanki bir zekâ kıvılcımı taşır gibidir! O seni kıstırarak zor duruma düşürmek için en iyi ânı kollar ve yapıştırır soruyu “ Ne yani sen kendini Atatürk gibi mi görüyorsun? Hadi o kullandı [Biz] kelimesini, sen nasıl kullanıyorsun 

Bu akıl tipi de “ Postmodern ” dediğimiz tipe girer.

Hani şu ikinci dünya savaşının yıkımından sağ çıkmış, üstüne Hiroşima ile tütsülenmiş 18. yüzyıl aydınlanmasından nasiplenen sözde aydınlanmış akılların, nasıl olup da iki dünya savaşı çıkardığını çözemeyen akıl tipi! Bu biraz sanatçı aklı gibidir.

Hani ikinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan “Absürd tiyatro” akımının aklı gibi… Sadece bilgiçlik taslar, eleştirir ama asla çare üretmez. Eleştirir ama asla “ Onun yerine şunu koyalım ” dediği bir çözümü yoktur. Çünkü aklı bomba yedi. Terörize oldu nihilist kardeş!

“ Hiroşima ile tütsülenmiş ” derken aslında kafası bir dünya olan uyuşmuş aklı kastediyorum. Uyuşmuş derken de narkotik kastetmiyorum! Aklı uyuşmuş olandan bahsediyorum.

Bu garibim de “ Ultra lüks 2 milyon liralık daire, hem de Metroya 30 saniye” şeklindeki reklama mâruz kaldı! Narkotik şube bununla asla mücadele edemez!

Ya Hu, sen 2 milyon lira para veriyorsan, Metro senin neyine? Manyak mısın?

Görüyorsun ki her soruya cevap vermeye kalkarsan hayat uzun sürecek, o zaman biz işimize bakalım ve konuya geçelim;

Japonya’da bir restoranda maymunlar garsonluk yapıyor biliyor musun?

Sipariş için maymun garson yanına geliyor. Uzatıyor dokunmatik sipariş listesini… Başlangıçlar beyaz renk, ana yemek sarı, içecekler ise kırmızı renkli… Seçiyorsun ve maymun garsona veriyorsun o da mutfak şefine iletiyor. Sonrada siparişleri renklerine göre dağıtıyor…

Bu maymun garson cumartesi günü restoranın en yoğun olduğu saatte ve müşteriler hizmet beklerken, mekân kameralarından kaçıp, arkada kaçak sigara içmiyor, kız arkadaşı ile telefonda görüşmüyor, mesajlaşmıyor ya da dijital oyunlara kendini kaptırmıyor!

Restoran işletenler bilir; Restoranda mekân gideri diye bir şey vardır. Garsonlar tabakları kırar, ürünü bozar, yanlış sipariş getirir. Maymun garsonlarda bu maddi kayıplar hiç yok, o kadar ustalar ki tabakları taşırken, akrobat gibi ve bir de hızlılar!

Veriyorsun muzu, çalışıyor kardeş!

Sendika yok, iş kazası yok, zam yok, grev yok, lokavt yok, işten atılma yok, ölüm tazminatı yok! Karımla, kızımla, erkek ya da kız arkadaşımla kavga ettim moralim bozuk! Yok bunlar…

Ve maymun garson işinde helal para kazanıyor hani hiç kaytarmıyor! Emperyal akıl neden insanla çalışsın ki maymun varken?

Şimdi dünya robot sistemine geçiyor!

Tüm bunları maymunlardan daha iyi bir şekilde robotlar yapacak! Kısaca endüstri 4.0

Şimdi bu durumda, üniversite ya da eski adıyla “ Teog ” sınavlarında “ Sıfır ” çeken, adını test kağıdına yazmaktan âciz, seçimlerde “ Sessiz çoğunluk ” denilen sorumsuz kitleye de tekâbüleden % 10 kadarlık bu kesim 4.0 endüstrisine karşı ne yapacak?

Çünkü işleri hatasız yapacak olan yeni nesil robot kardeşlerimiz geliyor!

İş bulamayacak olan kesim ne yapacak?

Sana daha da komik olanı söyleyeyim mi; Bu robotların haklarını koruyacak olan hukukları olacak, biliyor musun? Sana dava açacaklar! Sonra işsiz olanlar, iş sahibi robotlara karşı öfke duyup, şiddete başvurduğu için, bu robotlar kendi güvenliklerini sağlamak isteyecekler! Derken kendi polis güçlerini kurmak isteyip, para basıp, bir de bayrak falan derlerse devlete kadar gider bu iş, demedi deme!

Ve bu donanımlı akılların karşılarındaki muhatap kim?

Sanma ki “ Tabakları taşıyamayan ” diyeceğim?

Üniversite sınavına giren ama kazanamayan, böyle olunca da paralı üniversiteye gidip tıp okuyup, gazetelerin üçüncü sayfasında haber olarak okuduğumuz hastanın karnında makasa unutan kültürlü doktor!

Sanki üniversiteye para verince üniversite de ona akıl verdi?

Şimdi sen şunu düşüneceksin; Bu donanımlı akıllar mı senin muhatabın? Yoksa bu donanımlı akılları yapan akıllar mı?

Şu anda bütün dünyada hepimizin egosunun talep ederek ürettiği, çünkü başka türlü olamaz, cüretkâr “ Güç istenci” yani egolarımız, hali içler acısı olan    “ Merhamet ” denilen hepimizin öz varlığını, hepimizin öz yurdunu acımasızca parçalıyor!

Kendi kendimizi yok ediyoruz…

Devir sanki merhameti parçalama, onu aşağılama ve aslında onu yok etme isteğinin en parıltılı devri!

Maymun garsonun yaptığını yapmaktan âciz olan aklın, ezen-ezilen sisteminde gücü eline geçirince, aslında tıpkı kendisinin geldiği yerdeki ve aslında bir anlamda kendi ile aynı olan kimlik tipini kolaylıkla ezme eğiliminin sebebi ne?

Kendinden aşağıda olanı aşağılarken ve ezerken aslında kendini aşağılamış ve ezmiş olmadı mı? Bu intikamın ve acımasızlığın sebebi ne?

Daha da basit açıklayalım?

Bir yerlerde sürünen çulsuz popçunun bir noktaya geldiğinde kendisi ile halkın arasına bir set çekmesi, kendini bir üst sınıfta görmesinin sebebi ne?

“ Avam ” ve “ Has ” nasıl bir şey?

“ Havas ”  ve “ Havas-Ül Havas ” zaten başka bir âlem, bizi ilgilendirmiyor!

Düşünemeyen, düşünmeyen, düşünmemekte direnen ve düşünene karşı öfke duyup tepki veren kim?

Hani Âşık Veysel diyor ya “ Dava, insanlık davası ”

Şimdi burada konu sıkışıyor?

Kendini haksız gören, kendi aklını beğenmeyen kimse hiç görmedim!

Ama yedi milyar tane de insan var! Bu kadar sayıdaki kendini haklı hissedenlerin arasındaki hakkı dağıtacak olan mekanizma, yasa, kişi veya kurum kim ve ne?

Ve de nasıl?

Hatırlar mısınız? “ Akıl oyunları ” isimli bir filmde şizofren ve Nobel ödülü almış bir bilim adamının biyografisi ifade edilmişti… Gerçek hayatta yaşamış, hem şizofren ama hem de Nobel alabilecek kadar zeki biri olan ünlü matematik profesörü ülkemize geldi…Ülkemize gelmekle kalmadı bir de röportaj verdi ve bana sorarsanız tüm köprüleri yaktı ve gitti!

Yaptığı röportajın başlığı medyada “ Matematik bilmeyen toplumlarda adâlet olmaz ” şeklinde yankı buldu… Doğal olarak kimse ilgilenmedi…

Profesör Nash’in söylediğini canlandıralım ki konuya tam vakıf olalım;

İki şeritli yol düşün!

Bizim imar planımız yolun kenarındaki evlerin altına garaj yapmadan ruhsat verdiği için garaj yok, yani arabalar sağ şeride park edecek! Yani araçlar iki şerit üzerinde gitsin diye yapılan yolda, park yüzünden yol tek şerit olarak ilerliyor…

“ You know istanbıl tırafiğ?  ”

Not; Kurban olayım, cümlenin neresi doğru ve ne kadar züppe onu gör ve sakın trafik neden “I” harfi ile yazıldı diye sorma!

Şehir içinde 60-70 kilometre sınırına zaten uymayan, acele giderse her gün bir milyon dolar keş kazanacağını zanneden, aylarca böyle gittiği halde neden kazanamadığını bir türlü çözemeyen ve arabasına tüp taktırıp az yakıtla idare etmeye çalışan SÖZDE ÜTOPİK KEYFÎ AKIL, 100 km hız ile yasayı ihlal edip gelirken, imar planının kurbanı olarak sağ şeritte park etmiş duran araç, 100 kilometre hız ile gelen aracın önüne sıfır kilometreden başlayarak ve SİNYAL VEREREK çıkacak!

Sonuç, kesin kaza! Manzarayı kolayca hayal edebilirsin;  Elinde levyeyle yola çıkıp bağıran ve “ Sinyal verdim görmedin mi ” diyen tipoloji?

Eğitim sistemi ile terbiye edilmiş akıl tipi, kuralı öğrenebilme yeteneğine sahip iken aklını kullanma becerisinden çok uzak olunca, sinyal vermenin doğru olduğunu düşündü ve paradoksa düştü!

Yani doğru olanı yaptı ama nedense işe yaramadı!

Eğer 100 kilometre ile gelen aracın önüne, 5 ya da 15 kilometre hız ile çıkmaya başladığında, dünyanın en iyi fren sistemine sahip pahalı aracın bile ancak kaç metre sonra durabileceğini akıl etseydi, sorun olmazdı.

Bu akıl tipi bu noktada adaletle davranamaz. Bu eşyanın tabiatına aykırı ve Profesör Nashde tam olarak bize bunu söyledi…

Sonuçları her gün gazetelerin üçüncü sayfasından okuyoruz!

“ Serviste çalışan hostes, arabada anaokulu öğrencisini unuttu!

“ Bir annenin telefonu ile oyun oynarken, deniz kıyısına can simidi ile bıraktığı 2 yaşındaki çocuğunu 1 mil açıktan sahil koruma gemisi getirdi!

Sayfalarca yazar, örnekleri çoğaltabilirim ama çok uzamasın!

Şimdi bu öyle bir nokta ki ya gerçekliği göreceğiz ve kabul edeceğiz ya da görmezden geleceğiz ve sonuçlarına katlanacağız…

Birbirlerine âşık olan ve ömür boyu beraber olacaklarına söz vermiş evli çift şiddetli geçimsizlik sebebi ile ayrıldı! Her iki tarafta yeni bir ilişkiye başladı! Ama o ilişki de patladı!

“ Fast-Food ” ilişkiler zinciri…

  • Kadın ya da erkeksin, botoks yaptırıyorsun, olmuyor!
  • Metroseksüel erkek oluyorsun, olmuyor!
  • Estetik ile göğüslerini büyütüyorsun, olmuyor!
  • Yüzünü gerdiriyorsun, olmuyor!

Sorun ne?

İlişkide bir sorun vardı, boşandın ya da ayrıldın, sorunun çözülmesi lazım değil miydi?

O zaman yeni ilişkilerdeki sorun ne?

Kendini beğenmedin, değiştirdin, yeniledin “ 6 şapkalı düşünme tekniğini ” ve hatta “ Ferrarisini satan bilge ” kitabını okudun, sosyal medyada Mevlana’nın sözlerini yazdın ve üstelikte çok “ Like ” aldın?

Ama sevgilin seni yine de aldattı? İşinden kovuldun…

O kadar da donanımlı idin?

Ne oldu?

Dışımız güzelleşiyor, en güzel markaları, en güzel cilt bakım setlerini alıyor, en pahalı ve moda parfümleri alıyor, herkesin gittiği “ Trend ” yerlere gidiyoruz ama olmuyor bir türlü mutlu olamıyoruz?

Neden?

Herkes kendi aklından memnun, diğerinin aklını ise hiç beğenmiyor!

Empati sıfır!

Sonuç; Anti-Depresan kullanımında patlama, herkes psikoloğa gidiyor!

( Not; Estetiğe ve güzelliğe karşı değilim. Buradan kimseye ekmek çıkmaz! )

Bu yazının muhatabı kim?

Ben’im!

Hani rahmetli Can Yücel’in meşhur kıssası var ya;

Toplamış eve arkadaşlarını sohbet etmek istemiş…

Arkadaşlarım dediği, kendisinin 20 yaşındaki hali, 30 ve 40 yaşındaki hali ile en son, yani 60 yaşındaki hali…

Oturtmuş onları bir masaya…

20 yaşının karşısına 30 yaşını oturtmuş, 40 yaşının karşısına da kendi geçmiş…

Hararetli bir sohbete tutulmuşlar, 20 yaşı 30 yaşını tutucu bulmuş, 40 yaşı ise 20 ve 30 yaşına “ Salaklar” demiş…

60 yaşı onları yatıştırmaya kalktığında diğerleri ona “ Sen karışma moruk ” demişler…

“ Komşular duvarlara vurdu, 20 yaşım 40 yaşıma bardak attı, tabaklar havada uçuştu, evin de içine ettiler, kabahat sende, ne çağırıyorsun tanımadığın elin adamları evine ” diye bitiriyor büyük usta Can Yücel kıssasını…

Ben ya da siz ya da hepimiz böyle değil miyiz?

Ben de şikâyetçiyim o eski halimden, davranışlarımdan, hayata bakış biçimimden…

Tamam da o günkü adamı nereden bulacağız biz?

Ben o günkü adam değilim ki?

Artık Çelik değişti?

E devir de değişti?

Ya Hu samimi olalım? Bu yazıda eleştirdiğim akıl tiplerinin geçtiği süreçlerin tamamından hepimiz geçmedik mi?

Şimdi neredeyim?

Başladığım yerde olmadığımı biliyorum ve sorun şu ki beni başlangıçta bırakmayan ve şu içinde bulunduğum akıl seviyesine getirene, minnet dolu bir gönülle bağlıyım!

Dikkat ettiniz mi? Sorun yazdım!

“ Sorun şu ki beni başlangıçta bırakmayan ve şu içinde bulunduğum akıl seviyesine getirene minnet dolu bir gönülle bağlıyım ”

Bu neden sorun olsun ki?

Bu benim sorunum. Başkasına ihale edemeyeceğim bir sorun! Sorumluluk almam gereken yer…

Kimse benim gibi olsun, acı çeksin ve üzülsün istemiyorum…

Aptal-saptal, abuk-subuk çıkış gibi görünen çırpınmalarımın sebebi hep bunlar…

Bu süreçten geçen Çelik… Hani “ Artık devir değişti, E tabi Çelik de değişti ” diyen Çelik!

Dönen dönsün, ben dönmem yolumdan!

2009 yıllarından itibaren içimde bir şey hissetmeye başladım. Ne söylesem kimse anlar, ne de açıklasam kimse inanır…

İşte o içimdeki sesi takip ediyorum…

Benim yolum bana doğru…

Sevgi dolu Saygılarımla Efendim…

Yazıma olumlu ya da olumsuz eleştirileriniz ben mutlu eder ve geliştirir…

Eğer yazmak isterseniz adresim:

[email protected]