Çünkü kan, gözyaşı, cinayet, katliam acı verse de olduğu yeri yakar, derinlere işlese de devamlı olmaz. Ferdi haldeki cinneti yansıtır. Toplumsal hafızaya geçici bir parazit olarak kazınır.
Halbuki günümüzde yaşadıklarımız belki biraz abartılı bir kıyas da olsa, eskide kalan bu cinnet halinden inanınız ki daha yıpratıcı, daha kalıcı. 

***

Gazetelere bakmanız yeterli. 
 Bir anne 11 yaşındaki oğlunu hastahanenin tuvaletinde boğuyor. 
 Öldürüp bir kenara atılan genç kadın, parmaklarından teşhis edilmesin diye bilekleri kesiliyor. 
 Liseli, 17 yaşındaki delikanlı neden yan baktın diye öldürüldü. 
 Eşini sokak ortasında kesmek istedi. Millet seyretti. 
 Dama çıkıp atlamak isteyen vatandaşa yerdekiler, "atla atla" dediler. 
 Cezaevlerinde kapasite dolmasına 868 kişi kaldı. 
 Şizofreni hastası genç, 3 gündür annem eve gelmiyor dedi, annesinin cesedi tuvalette bulundu. 
 Kayınvalidesine verdiği böbreği geri istedi. 
 İç çatışmalarda Ortadoğu ve diğer bölgelerde günlük en az 200 insan hayatını kaybediyor.
Bu liste çok uzayabilir. Binlerce umut kırıcı, moral bozucu haber. Bir travma, bir cinnet hali gibi dengeler alt üst olmuş durumda. Aileler evlatlarını tanımıyor gibi.
Herkes gergin. Kaşlar çatılmış halde. Yüzlerde gülümseme az. Adam hukukçu, mühendis, gazeteci, din adamı. Fark etmiyor. Sevmediği, istemediği, rakip gördüğü, hazmedemediği adamı lekelemek için hiçbir ahlaki fren tanımıyor. Ucuz iş yapıyor, saldırıyor. Lekeliyor. Yalan dolanı diline doluyor. Kafasında bir kurgusu var; onun peşinde. Rab, din, iman, vicdan, hesap, kitap, bunların hiçbiri umrunda değil. Çünkü şeytan ve nefis adamın dizginlerini eline geçirmiş. Adam nefsinin, egosunun veya kurgusunun esiri.
Sosyal medyada hakaret, kavga, kin, nefret, küfür, azgınlık, sapkınlık, hazımsızlık, bencillik, egoistlik, ilkesizlik, akılsızlık, vicdansızlık had safhada. Kimsenin emanı yok. Kimsenin kimseye saygısı yok. Kutuplar son derece sert. Tam bir hastalık hali. Normal değil. Hiçbiri normal değil. Yüzler gergin. Yumruklar sıkılmaya hazır. Yahu ne oluyor?
Elbette birini sevmeyebilir, birbirinizden haz almayabilirsiniz. Ama bu ne Allah aşkına! Babalar, anneler, eşler, iffetler ayaklar altına alınıyor. İftiralar, çamur atmalar, kavgalar, rövanşist saldırılar. Değer mi değer mi bütün bunlar.
Kimse kimseyi dinlemiyor. Anlamak istemiyor. Herkes birbirinin açığını arıyor. Herkes yaptığını kendince ya vicdanına doğrulatmış ya fetvasını almış. Ölümü düşünen yok. Hele hesabı düşünen hiç yok.
Sosyal medya maalesef çirkin karakterler oluşturdu. Adresleri belli değil. İsimleri sahte. Hesapları sahte. Haber kolluyorlar. Herkese saldırıyorlar. Çocuk doğdu diye bir haber görseler; niye doğdum, ne işin var diyecekler. Sanki doğan sabi, gırtlaklarındaki lokma olacak. O kadar benciller. Hazımsızlar. Kin dolular. Saldırganlar. Nereden çıktılar? Belli değil. Niye böyle oldular cevabı belirsiz.Sayıları da az. Ama azı çok göstermede hayli organizeler. Bunların kim oldukları, mensubiyetleri önemli mi? Bence değil. Çünkü gayeleri sevgiyi, kardeşliği, saygıyı katletmek.
Bu tür insanların bir hedefi var. İnsanların tümünü kirletmek. Lekelemek. Yani, kendilerine benzetmek. Saygısızlaştırmak. Ayağa düşürmek. Elbette bu husus psikologların, uzmanların, akademisyenlerin konuşması gereken bir problem. Elbette bunun dini bir yönü de var. Bu yazıyla en azından bu hususa işaret etmek istedim.
Namaz kılandan kilisede ayin yapana, iyilik yapandan, hastane temeli atana, hastalanandan iyileşene, ölenden, doğana, gol atandan gol yiyene kısacası herkese düşmanlar. Kendilerine saygıları yok.
Bu gidişle ülkenin sosyal iletisinin ağları hasta yetiştiren birer pazara dönüşecek. Bu oluşumda hepimizin suçu var.
Onlara, helal-haram, Allah korkusu, sevgisi, vicdanı, kabir sorgulaması gibi sözlerden hiç bahsetmeyin. Onlar zaten Yüce Allah'a 'din öğretecek' kadar kendilerini kaybetmiş haldeler. Dinle ilgili olanları... Dine karşı olanlarının zaten böyle bir tarakta bezi yok.
Başka ülkelerde de sosyal medya var. İletişim ağları var. Allah aşkına bunu bizim gibi kullananı var mı? Mümkün değil. Çünkü herkesin bir işi, uğraşı, saygısı, hedefi, dünyaya vereceği var.
Anlaşılan bu nesil böyle gidecek. Bu yeni bir durum. Birkaç yıl oldu böyle zehirlenmemiz. Acil çözüm lazım. Çünkü ileride sosyal medya çirkinliğinin başka türlü bir hesaplaşmaya dönüştüğünü görmeniz çok da sürpriz olmayacak. Tabii Allah korusun demek isterim.
Bari arkadan gelen genç nesilleri bunlara benzemese. Onları kurtarabilsek.
Tabii ki her zaman olduğu gibi edebiyle, vicdanı ve saygınlığıyla sosyal medyayı amacına uygun kullananlar bu tarifin ve tahrifin dışındadır. Onları tenzih ederiz.

KURAN'LA KONUŞAN KADIN
Bazı insanlar dudaktan konuşur. Güzel de söz söyler. Ama kalbe ulaşmadığı ve kalpten çıkmadığı için bu sözlerin bir anlamı da olmaz. Bugün bir kadından bahsedeceğiz. Büyük İslam alimi Abdullah bin Mübarek'in bahsettiği bu kadın, kayıtlara tanınan bir kadın olarak geçmemiştir. Ama elbette manidar bir ders vermiştir. Sizce tanınması önemli mi? Adı önemli mi? Bence hiç değil. Bugün eğer ondan bahsediyorsak demek ki son derece önemli bir yer tutmuştur. 
***

Abdullah b. Mübarek anlatıyor: "Hacı olmak ve Peygamber'in (s.a.v.) kabrini ziyaret için Beytullah'a doğru yola çıkmıştım. Yolun bir kısmını katettiğimde birden bir karartı gördüm. İyice yaklaştığımda karartının üzerinde yün bir hırka ve başörtüsü olan bir ihtiyar kadını fark ettim."
Ona; "Allah'ın selamı, bereketi ve rahmeti üzerine olsun" dedim.
O: "Rahim'den (çok esirgeyici Rablerin) (kavlen) bir selam da vardır" (Yasin; 5) dedi.
Ben ona, Allah sana rahmet etsin, burada ne yapıyorsun, dedim.
Kadın da "Allah kimi saptırırsa, artık onu yola getirecek yoktur" (Araf; 186) dedi.
Böylece onun yolunu kaybettiğini anladım ve "nereye gitmek istiyorsun" diye sordum.
O cevaben dedi ki; "Her eksiklikten uzaktır, O yaratıcı kudret ki, kulunu Mescidi Haram'dan alıp, Mescidi Aksa'ya götürdü" (İsra; 1)
Bu cevaptan, onun haccını bitirdiğini ve Mescidi Aksa'ya gitmek istediğini anladım.
Ona "Ne zamandan beri buradasın" diye sordum.
O "Üç tam gece" (Meryem; 10) dedi.
Ben "Yanında yiyecek bir şey göremiyorum" dedim.
O "Beni yediren de içiren de O'dur" (Şuara; 79) dedi.
Ben "Ne ile abdest alıyorsun? (suyun yok)" dedim.
O dedi ki: "Su bulamazsanız, tertemiz bir toprağa teyemmüm ediniz" (Nisa, 43)
Ben ona "Yanımda yiyecek var, yer misin?" dedim.
Kadın "Sonra orucu geceye kadar tamamlayın" (Bakara; 187) dedi.
Ben "bu ay Ramazan değil" dedim.
O "Kim tatavvu (gönülden vacip olmayan amellerden) hayır iyilik yaparsa, (karşılığını görür) Allah şükrün karşılığını verendir ve bilendir" (Bakara, 158) dedi.
Ben "Seferde oruç tutmamak bize mübah kılındı" deyince...
O "Oruç tutmanız, eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır" (Bakara; 184) dedi.
Ben "Niçin benim sana konuştuğum gibi konuşmuyorsun" dedim.
Kadın "Bir lakırdı telaffuz etmez ki, illa yanında hazırlanmış bir gözetici melek vardır" (Kaf; 1) dedi.
Ben: "Sen kimlerdensin" dedim.
O "Bilmediğin şeyin ardına düşme, doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur" (İsra; 36) dedi.
Ben "Hata ettim, bağışla" dedim.
O ise "Bugün sizin üzerinize bir levm yoktur (bugün azarlanacak değilsiniz) Allah sizi bağışlar" (Yusuf; 96) dedi
Ben "İster misin, seni şu deveme bindireyim de kafilene yetiştireyim" dedim.
O ise "Hayırdan ne yaparsanız, Allah onu bilir" (Bakara, 197) dedi.
Binmesi için devemi ıhtırdığımda (çöktürdüğümde)...
O "O mü'min erkeklere söyle, gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler" (Nur; 30) dedi.
Gözümü ondan çevirdim ve "bin" dedim. Binmek istediği vakit deve ondan ürktü ve elbisesini yırttı.
O "Başınıza gelen herhangi bir musibet, ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür" (Şuara, 30) dedi.
Ben "Sabret onu bağlayayım" dedim.
O "Süleyman'a (a.s.) bu meselenin hükmünü bildirmiştik" (Enbiya; 89) dedi.
Deveyi bağladım ve "bin" dedim.
Bindiğinde "Bunları bize musahhar kılan (buyruğumuza veren) Rabbimizin şanı pek yücedir. Zaten bizim takatimiz bunlara yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz" (Zuhruf, 1314) dedi.
Devenin yularından tuttum ve bağırarak yürümeye başladım.
Kadın "Yeryüzünde mütedil ol (tabi ol) sesini kıs" (Lokman; 19) dedi.
İyi ki ayeti devam etmedi; "Muhakkak seslerin en çirkini merkep sesidir" (Lokman, 20)dedim kendi kendime.
Ben de yavaş yavaş yürümeye ve şiir terennüm etmeye başladım.
Kadın "Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun" (Müzemmil; 20) dedi.
Ben ona "Sana birçok hayır verilmiş" (Bakara; 269) dedim.
O (ayet devam ediyor), "Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır." (Bakara; 269) dedi.
Biraz yürüdükten sonra; "Kocan var mı" diye sordum.
O "Ey iman edenler, öyle şeylerden sual etmeyiniz ki, eğer size açıklanırsa, sizi müteessir eder (size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın)" (Maide, 101) deyince, sustum ve kafileye yetişinceye kadar konuşmadım.
Sonra "İşte kafile, senin orada kimin var" dedim.
O "Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür" (Kehf; 46) dedi. Böylece kafilede çocukları olduğunu anladım.
"Onların alameti nedir" dedim.
Kadın dedi ki: "Onlar yıldızlarla da yollarını bulurlar." Ve çocuklarının, kafilenin rehberleri olduklarını anladım. Kafilenin ilerisine yöneldim, sonra; "İşte kafilenin başı, çocukların kimlerdir" dedim.
Kadın "Allah İbrahim'i dost edinmişti" (Nisa; 125)
"Allah Musa'ya hitap etti, tekellüm etti" (Nisa,164) "Ey Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl" (Meryem; 12) dedi. Ben: Ey İbrahim, Ey Musa, Ey Yahya diye bağırdım. Bir de ay yüzlü gençlerle karşılaştım.
(Şimdi öyle isimler koyuyorlar ki, ne Kuran'da var, ne de hadis kitaplarında; Allah selamet versin!)
Geldiler.
Sonra yerlerimize oturunca, kadın oğullarına taraf; "Şimdi birinizi şu paranızla (gümüş akçenizle) şehre gönderin. Taam bakımından hangisi daha temiz ise ona baksın da, ondan size bir rızık getirsin" (Kehf; 19) dedi. Onlardan biri gitti, yiyecek getirdi. Sonra bana takdim ettiler.
Kadın "Afiyetle yiyiniz ve içiniz. Geçmiş günlerde takdim etmiş olduğunuz (peşinen işlediklerinize karşılık) şeylerin mükafatı olarak" (Hakka; 24) dedi.
Ben ise "Bu kadının halini bana açıklamadıkça yemeğiniz bana haramdır. (Yani açıklamazlarsa yemeyeceğim)" dedim.
Çocuklar "Bu bizim annemizdir. Kırk yıldır hata yaparım da Allah'ın gazabına uğrarım korkusuyla, Kuran'dan başka bir şeyle konuşmuyor" dediler. Ben "İşte bu Allah'ın fazlıdır ki, bunu dilediğine verir ve Allah büyük fazl (lütuf) sahibidir" (Cuma; 4) diyerek sohbeti bitirdim.