- Yeni yüzyılda Türkiye devrimi ne demek? Neden devrim olarak tanımlıyorsunuz?
15-16 Temmuz, 21. yüzyılın bugüne kadarki en büyük devrimidir. Bu devrimin adı, “milli demokratik halk devrimi”dir. Bu devrim millidir, çünkü emperyal faşist güçlerin ülkemize karşı devirme ve işgal hareketini püskürtmüştür. Vatanımıza sahip çıkmıştır. Bu devrim demokratiktir, çünkü milli iradeye sahip çıkmıştır, demokrasiyi korumuştur. Bu devrim halk devrimidir, çünkü kadrocu hareketler değil bizatihi halkın kendisi, halkın organik lideri olan Erdoğan önderliğinde bu devrimi başarmıştır. Her devrimin iki aşaması vardır. Birincisi iktidarı değiştirmek ikincisi yeni iktidarı inşadır. 15-16 Temmuz’da halkımız antidemokratik sistemin iç iktidarları olan kurumlarda yuvalanmış FETÖ’cü çeteyi bozguna uğratarak bürokratik kurumsal egemenliği parçalamıştır. Bu egemenlik için kullanılan ordumuz, yargımız, idari bürokrasimiz, ekonomimiz, eğitimimiz ve kültürümüz içindeki halk düşmanı yapılar 15-16 Temmuz devrimiyle egemenlik pozisyonundan tasfiye edilmiştir. Şimdi 15-16 Temmuz devriminin ikinci aşaması olan inşa dönemindeyiz. Artık bu dönem halkın devletini sıfırdan inşa etme dönemidir.
- Barışçı bir devrimden bahsediyorsunuz.
Dünya siyasal tarihinin gördüğü en büyük barışçı devrimdir bu. Sokağa çıkan, tankların önüne yatan, bombalara ve kurşunlara göğsünü siper ederek 241 şehit veren ve 2194 gazi çıkaran milyonlarca insanımız hiçbir biçimde mala ve cana zarar verecek bir eylemin içinde olmadı. Hiçbir ekonomik değer, hiçbir donanım zarar görmedi. Hiçbir sivil, bu gerici faşist harekete karşı silahla karşılık vermedi. Canını verdi ancak imkânı olduğu halde sivil çatışmaya sebebiyet vermedi. O kadar ilginçtir ki, özel sigorta şirketleri 15-16 Temmuz zararlarının neredeyse tamamının FETÖ’cü çetenin halka, Meclis’e, güvenlik güçlerinin mekânlarına, birinci köprü önüne, Külliye çevresine ve diğer yerlere yaptığı bombalamalardan, kurşunlamalardan, tankların araçlara ve çevreye zarar vermesinden kaynaklandığını tespit ettiler. Belki bir iki istisna dışında veya kendini koruma sebebiyle olanlar hariç hiçbir sivil eylemden kaynaklı zarar tespiti yapılmadı. Bu halkın aklı, vicdanı, bilinci, adalet duygusu, irfanı karşısında herkesin şapka çıkarması gerekir. Böyle bir halkın evladı olduğumuz için ne kadar gurur duysak azdır.
- Bundan sonra pratikte ne olmalı?
Bundan sonraki süreç daha önce de vurguladığımız gibi ikinci kuruluşun inşa sürecidir. Bu süreçte, devletimiz yeniden yapılandırılmalı. Bir anlamda Cumhurbaşkanı’mız Erdoğan’ın dediği gibi devlet sıfırdan inşa edilmeli. Bu devletin inşa sürecinde temel siyasal yaklaşımlar toplumsal meşruiyete dayanan, milli egemenliği esas alan, özgürlükçü laiklik yaklaşımını benimseyen, halk ile devletin ilişkisini seçimden seçime değil iki dönem arasında da kuran, Cumhuriyet’- imizi gelişkin bir demokratik sistemle güçlendiren ilkeler üzerine kurulmalı. Bu açıdan bakıldığında; sermaye kontrolünde değil, sermaye ile işbirliği yapan bir devlet, sadece temsil esaslı değil, katılım esaslı bir devlet, halka sahip olan değil, halkın sahip olduğu, halkın kendisini korumasına imkân sağlayan bir devlet, çok kimlikli bireyin ihtiyaçlarına yanıt veren bir devlet, birey inisiyatifli siyasal sistem özelliğini taşıyan bir devlet, sivil toplumun özeti şeklinde bir siyasal toplum olarak yapılanan bir devlet, yerel aktör olan değil, bölgesel ve küresel aktör olan bir devlet, İslam dünyasının en güçlü ülkelerinden biri olan Türkiye’nin bütün dünyaya İslam ve demokrasinin çatışma içinde değil tam tersine Müslümanlığın istişare, hak ve adalet değerleriyle demokrasinin en önemli kaynaklarından biri olduğunu gösterdiği bir devlet kurmalıyız.
- Hukuk bu sürecin neresinde?
Elbette, bu inşa sürecinin aracı hukuktur. Hukuk yoluyla demokrasimizi ve halkın devletini inşa etmeliyiz. Bu çerçevede yeni Anayasa ve başkanlık sistemi tartışmaları, özellikle Sayın Bahçeli’nin ifade ettiği ve Başbakan’ımız Binali Yıldırım’ın ortaya koyduğu yaklaşımlar son derece önemli siyasi imkânlar oluşturuyor. Ülkemiz 15-16 Temmuz’un siyasi ve hukuki sonuçlarının gereğini yapmak zorundadır. 21. yüzyılı ülkemiz açısından güvenceli yapmanın tek yolu budur. Yeni anayasal sisteme geçişle birlikte bir hukuk reformu süreci kaçınılmaz olarak başlamalıdır. İnanıyorum ki, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde halkın devletini inşa süreci açısından çok büyük adımlar atacağız. Ülkemiz Türkiye toplumunun tamamını kavrayacak şekilde hiçbir kesimin kendisini dışarıda görmediği Türk’üyle, Kürt’üyle, tüm kimlik gruplarıyla, tüm inanç değerleriyle herkesi kapsayan bir millet anlayışıyla halka ait milli devletini inşa sürecini başarıyla tamamlayacaktır.
- OHAL hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin anayasal ve siyasal tarihinde ilk kez bir OHAL halka ve halkın meşru temsilcilerine karşı değil, halk düşmanı yapıları tasfiye etmeye yönelik olarak devreye sokuldu. Yaşadığımız olay, son derece kapsamlı ve çok büyük tehlikeler içeren, bütün toplumu tehdit eden bir kalkışma hareketiydi. Aynı zamanda çok boyutlu büyük bir terör hareketiydi. Çok sayıda iç ve dış aktörün ittifak yaptığı, vatanı, milli iradeyi, demokrasiyi ve demokratik merkezi hedef alan küresel faşist güçlerin yönlendirdiği bir savaş haliydi. Böyle büyük bir olaya karşı kazanılan ikinci kurtuluş savaşının sonuçlarını güvence altına almak için her türlü anayasal ve hukuksal aracı kullanmak ülkemizin en meşru hakkıdır. Dolayısıyla, tehlikeyi tamamen bertaraf edinceye kadar her alandaki halk düşmanı yapıları ve kadroları temizleyinceye kadar büyük bir mücadele vermek zorundayız. Bu mücadelede ihtiyaç olduğu kadar OHAL imkânını da Anayasa ve hukuk sınırları içerisinde elbette kullanmak gereklidir, hatta zorunludur.
- Cumhurbaşkanı bile “At izi it izine karıştı” diyor. Nasıl olacak?
Cumhurbaşkanı’mız Erdoğan, 21. yüzyılda siyaset sosyolojisindeki liderlik tipolojisini değiştiren en büyük liderdir. Erdoğan, temsili bir lider değil, organik bir liderdir. Yani halkın talep ve ihtiyaçlarını siyasete dönüştüren, bir anlamda halkın uzvu gibi hareket eden, halkın siyasal iradesini icrai siyasete tercüme eden bir liderdir. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Erdoğan gündeme getirdiği her konuda halkın talep ve ihtiyaçlarını esas alır. Yaptığı açıklama da mücadele sürecinde ortaya çıkan çeşitli durumlara karşı halkın gösterdiği hassasiyeti ifade ediyor. Ancak bu açıklamayı FETÖ’cü çeteyle mücadeleyi zayıflatmak amacıyla ya da sulandırmak şeklinde hiç kimse kullanamaz, kullanmasına da izin verilemez. Elbette, bu mücadele sürecinde çeşitli hatalar ortaya çıkabilir. Bunlara karşı da önlemler almak devletin yükümlülüğüdür. Ama bu hataları mücadelenin doğrultusunda minimal sapmalar olarak görmeyip, mücadelenin önüne çıkaracak şekilde kullanmaya kalkışanlar bilinçli ya da bilinçsiz mücadele sürecine zarar verir.
‘YENİKAPI RUHU MİLLETİMIZİN SAHİPLENDİĞİ BIR RUHTUR’
- Öte yandan itiraz çok “Mağduruz’’ diyen de çok...
Hükümetin hem Başbakanlık hem de bakanlıklar nezdinde oluşturduğu komisyonlar zaten bütün itirazları titizlikle değerlendiriyor. Ama burada esas olan mağduriyet tartışması değil, devletin ve diğer alanların her türlü halk düşmanı çeteden temizlenmesidir. Böyle olmakla birlikte, mücadelenin hukuk içinde yürüdüğü, siyasi iradenin bu konuda hassasiyet gösterdiği ve en ufak bir şikâyetin bile değerlendirildiği bir meşru sürecin yürüdüğünü de görmek gerekir. Bu konu parti siyasetleriyle ilgili değil ülke siyasetiyle, geleceğimizle, bizden sonraki kuşaklarla ilgili bu yüzyıldaki durumumuzu belirleyecek bir konudur. Kimsenin bu mücadeleyi hangi saikle olursa olsun zaafa uğratmaya hakkı yoktur.
- Sizce ülkede özellikle Gezi olaylarından sonra derinleşen kutuplaşma 15 Temmuz’dan sonra bitti mi?
Ülkemizde kutuplaşma meselesi 15 Temmuz’dan önce abartılan ve özellikle kışkırtılan bir konuydu. 15-16 Temmuz devrimi gösterdi ki, bu kutuplaşma iddialarının temsil alanlarının dışına yaygın olarak taşan sosyolojik bir karşılığı yok. Demokrasi nöbetleri, Yenikapı mitingi Türkiye toplumunun bütün kimlik ve kesimleriyle birlikte, konu vatan ve demokrasi olunca, ortak hareket ettiğini gösterdi. Bu süreçte herkes, her siyasal kesim, her inanç grubu, her etnik grup yani bütün Türkiye vardı. Ayrıca üç partinin ortak Anayasa değişikliği çalışması da siyasi temsil alanında işbirliği yapmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Devlet Bahçeli’nin ülkesel her politikada hükümeti destekleyen tutumları siyasi işbirliklerine başka bir örnek oldu. Bununla birlikte, siyasi temsil alanında Kılıçdaroğlu’nun yeniden bir kutuplaşma dili üretmeye çalışması, bunu OHAL süreci ve mağduriyetlere bağlama çabası ülkesel bir siyasetle açıklanamaz. Kendisine göre aktüel siyasetin gereğini yapıyor ve buradan olası bir seçimde parti başarısı hesapları içine giriyor. Ancak bize göre, halk düşmanı çetelerle mücadele ve yeni anayasal sistem konuları parti siyasetlerinin üstünde, ülkeyi esas almayı gerektiren bir siyasi alandadır. Her sorumlu siyasetçinin de meseleye böyle bakması gerektiği görüşündeyiz. Sonuç olarak Yenikapı ruhu, milletimizin sahiplendiği ve taşıdığı bir ruhtur. Milli değerimiz haline gelmiştir. Herkesin bunu bilerek hareket etmesi gerekir.