ARINÇ ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR YAPTI
Bursa'da yerel bir televizyonun canlı yayına katılan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,  gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ilk olarak kaçırılmak istenen uçakla ilgili olarak, "Bu olayın Türkiye'yle Türkiye'nin iç politikasıyla ya da bir başka eylemle kesinlikle ilgisi yok. Yabancı uyruklu bir şahsın yabancı bir ülkedeki faaliyetlerini protesto amacıyla yaptığı bilinen şimdilik bir olayla karşı karşıyayız. Can kaybı yaşanmaması müessir bir olay olmaması tesellimizdir. Şimdiden geçmiş olsun diyorum" dedi.
İzmir Milletvekili İlhan İşbilen'in Ak Parti'den istifa etmesi ile ilgili görüşlerini açıklayan Arınç, daha önce Ertuğrul Günay, Erdal Kalkan ve bazı arkadaşlarının istifaları karşısında 'Oh ne iyi oldu. İyi ki gittiler' diyemeyeceğini belirterek, o kişilerin partilerine ve hükümete de yardım ettiklerini, çalışmalar yaptıklarını söyledi. Arınç şunları söyledi:
"Şimdi şöyle bir kolaycılık var. Birisi gittiği zaman 'İyi ki gitti' diye arkasından aleyhinde konuşurlar. Bu bize yakışmaz doğrusu. İlhan İşbilen de yine bu arkadaşlarımızdan birisidir. Şahsen istifasına çok üzüldüm. Aslında istifasını en sona geciktiren arkadaşlarımızdan birisiydi. Çünkü bu istifalar başladığında bütün projektörlerin ona döndüğünü ve ne zaman acaba istifa edecek diye beklediklerini biliyorum. Ben İlhan İşbilen'i 1975 yılında tanıdım. 1979'da evlendim, 4 yıl hemen hemen bekarlığımızda aynı evi paylaştık. Arkadaşlığımız çok derindir. İyi bir işadamıdır. Çok pratik zekası vardır. Sevilen sayılan bir insandır. Son güne kadar arkadaşlığımız çok samimi birbirimizi çok seven, birbirimize çok saygı duyan iki insan olarak bugüne kadar devam etti. Ama son yaşadığımız süreçte şüphesiz kendisinin Fethullah Gülen hoca efendiyle de bu cemaatle de yakın ilişkileri var. Bütün gözler ona dönmüştü derken boş söylemiyorum. O ne hareket edecek acaba diye? O da partisine bağlılığını o tarihte ifade etti. Hatta 'Siz beni kovana kadar ben bu partide kalacağım' dediğini arkadaşlarımız bana nakletmişti. Demek ki son yaşanan gerilim içerisinde daha fazla dayanamadı ve istifasını verdi. İyi bir arkadaşımızdı. Benim Bursa'da yaptığım konuşmada hatırlarsanız 'biz varsak, siz de varsınız' demiştim. Ama o tek başına bir cümle değil. Onun başı ve sonu var. Benim ne demek istediğim herkes çok iyi anladı. Ama görüyorum ki İlhan İşbilen kardeşimiz, arkadaşımız, dostumuz buradan cemaat aleyhinde bir sonuç çıkarmış olmalı. Burada yanılmış. Yanıldığına da ayrıca üzüldüm. Çünkü bu 1975'ten bu yana 35-36 bu kadar senelik dostluğumuzda bizim ne düşündüğümüzü, cemaatle ilişkilerimizin ne derece güçlü olduğunu herhalde ondan başka iyi bilen bir insan yoktur. Ben hayatıma siyasette geçirdiğim yılları bu hizmetleri desteklemekle geçirdim. Benim söylediğimin siyasi anlamda karşılığı şudur. Bu cemaat ya da başka cemaatler.. Türkiye'de sadece Fethullah Gülen hoca efendinin cemaati yok. Onlarca cemaat var. 11 sene önce de bu cemaatler, camialar vardı ama 11 sene öncesine gelinceye kadar bunların hepsi baskı görüyordu. Bunların hepsine hakaret ediliyordu, hepsine zulmediliyordu. Ve bu insanlar hizmetlerini korkuyla yapıyorlardı. 'Acaba nerede kapatacaklar? Acaba nerede bizi suçlayacaklar? Acaba nerede dava açacaklar?' diye. Ama Ak Parti geldikten sonra bütün ayrımcılıkları kaldırdı. Din ve vicdan özgürlüğünü sonuna kadar sağladı. Herkesin fikrini inancını konuşabilmesinin imkanlarını hazırladı. 11 seneden beri bütün bu camialar hepsi rahat ettiler. Hizmetlerini büyüttüler. Daha çok gayrete geldiler. 11 seneden bu yana da herkes ne kadar rahat. Bunu ben sadece inanmıyorum. İlhan İşbilen de bilir ki onun çok sevdiği hoca efendimiz de bilir ki biz bu hizmetleri yaparken onlar hükümetimize dua etmişlerdir. Başkalarını da dua etmeye teşvik etmişlerdir. Sabahlara kadar teheccüt namazlarında okudukları dualarında 'Yarabbi bu hükümet hayırlı hizmetler yapıyor. Sen ona yardımcı ol' diye dua etmişlerdir. Benim söylediğim bu güzel kardeşim. 11 sene öncesinin zulümleri Allah korusun bir daha gelmeyecekler ama 11 seneden beri yaşadığımız güzelliklere de bakarak ben sadece 'Biz varsak siz varsınız' demiyorum. 'Siz varsınız ki biz de varız' diyorum. Bu bir psikolojik ve siyasi rahatlıktır. Bu bir din ve vicdan özgürlüğüdür. Çok şükür geçmişte sıkıntısı çekilen her şey bu dönemde rahat ve serbest bir hale gelmiştir. Onlar farklı anlamışlar. Biz basit anlamda söylüyoruz. Siz Türkiye'de hizmet yaparken 11 yıl öncesine kadar çektiğiniz sıkıntıları bize şikayet ediyordunuz. Ama 11 seneden beri şikayet değil bizi alkışlıyorsunuz. O zaman siz ne kadar rahatsanız biz de o kadar rahatız, biz ne kadar rahatsız olursak siz de o kadar rahatsız olacaksınız. Bugünün kıymetini bilin diyoruz. Başka ne diyeceğiz."
HALEN BİZ PARLAMENTODA MUHALEFETİ TOPLASANIZ BİZİM YARIMIZ KADAR ETMİYOR
'Partide istifaların önüne geçmek için bir girişimde bulunacak mısınız? Bu istifaların arkası gelebilecek tehlikesi var mı sizce?' sorusuna Arınç, "Siyasi anlamda bu kadar istifa oldu diye ben üzülmem. Sadece bu arkadaşlarımızın kişilikleriyle ilgili gelecekleriyle ilgili bir üzüntüm olur. Çünkü biz şu kadar milletvekilimiz var. Şu kadarı istifa etmiş. Halen biz parlamentoda muhalefeti toplasanız bizim yarımız kadar etmiyor. Çoğunluk anlamında, siyasi güç anlamında bir eksikliğimiz yok. Her arkadaş benim için kıymetlidir. İstifa sebebi ne olursa olsun. Biz onlarla birlikte parlamentoya girdik. Onlarla birlikte sonuna kadar devam etmek isterim. Benim düşüncem bu. Sonra kaldı ki biz İlhan İşbilen'le evimizi paylaşmış insanlarız. Eşine çok saygı duyarız. Onlar bize gelirler, biz onlara gideriz. Yani buradaki istifasının tek sebebinin hükümetimizle camia arasında son günlerde yaşanan sıkıntı olduğuna yüzde yüz eminim. O sıkıntıya rağmen ve birinci planda dikkat edilecek bir şahıs olarak gösterilmesine rağmen sonuna kadar beklemesi de bence taktir edilecek bir davranıştır" dedi.
BU ARTIK İŞLERİN İYİCE CILKININ ÇIKTIĞINI, İYİCE REZİL BİR NOKTAYA GELDİĞİNİ GÖSTERİYOR
'Son günlerde çok ses kayıtları çıkmaya başladı. En son sayın Başbakana ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı çıktı bunu nasıl yorumlamalıyız ve seçimlere doğru sizce bu ses kayıtlarının sayısı artar mı, böyle bir kaygınız var mı? sorusu üzerine Arınç şöyle konuştu: "1980 askeri darbesinden sonra Milli Selamet Partisi'nin yöneticileri de Milliyetçi Hareket Partisi'nin yöneticileri de sıkı yönetim mahkemelerinde haklarında dava açıldı. Ben de rahmetli Erbakan ve arkadaşlarının bir avukatı olarak Manisa'dan gittim Mamak'taki mahkemede 3 yıl avukatlık yaptım. Bakın 35 yıl öncesinden bahsediyorum. Orada da bazı deliller arasında Milli Selamet Partisi genel merkezinden elde edildiği söylenen teyp kasetleri vardı. Bazı konuşmalar banda alınmış. Teknoloji bugünkü kadar gelişmiş değil. Hatta birisinin üzerine uyku kaseti diye yazmışlar. Biz o zaman bazı bilirkişilerden rapor aldık. Bunlar dosyalarda var. Şimdi çok daha teknik ve ayrıntılı bir şekilde de bilirkişiler rapor verebilir. İki şey benim dikkatimi çekti. Bilirkişiler dedi ki yetenekli ses taklitçileri bir insanın sesini ayırt edilemeyecek kadar taklit edebilir. Siz görmediğiniz için yasal olarak da tespit edilemediği için siz Mustafa Özdal'ın konuştuğunu zannedersiniz, oysan konuşan Hasan Korkmaz diye biridir. Yetenekli ses taklitçileri olabilir. Bu kaseti o doldurmuş olabilir. Dolayısıyla delil vasfında değildir. İkinci rapor çok daha enteresandı. 34 yıl öncesinden bahsediyorum. Demişler ki o tarihte teknoloji o kadar gelişti ki bir denizdeki dalgadan ses üretmek mümkündür. Şimdi Emrehan Halıcı diye CHP'de bir milletvekili var. Rahşan hanımız çok sevdiği bir arkadaşımızdı. DSP'de de genel başkan yardımcısıydı. O mesela bilgisayarla, elektronik bir şekilde beste yapabiliyor. O da o alanda çok gelişmiş. Bilirkişinin raporu bende hayret uyandırdı. Deniz dalgasından bir insanın sesini üretmek mümkün. Dolayısıyla bu güne geldiğimiz zaman bu ses dinlemeleri üzerine birkaç şeyi düşünmeleri lazım. Savcının talebi ya da hakimin kararıyla şu ana kadar belli süreler içerisinde yasal olarak dinleme izni verilebiliyor. Diyelim ki 3 ay. 3 ay sonra bitecek. Veya dinlenmişse, bir şey de bulunamamışsa, dinlenen kişiye de bilgi verilecek. Bu TİB denen şey bunun için kurulmuş. Hadi buna riayet ediliyor diyelim. Ve buna göre de ses kayıtları alınmış. Neden? Bir takım organize suçlarda benim birisini takip etmem lazım ki diğerlerine de ulaşayım. Onların kendi aralarındaki ses kayıtları bize bir suç örgütünü, çıkar amaçlı bir örgütü ortaya koyabilir. Efendim buna rağmen dinlenmesin diyebilirsiniz. Çünkü bunun içerisine terör örgütleri de dahildir. Dinlemelerde istihbarat edinebilir, olayları önleyebilirsiniz. Fakat burada da dinleme kayıtları yasal olarak kayıt altına alınmış olmasına rağmen birileri bunu dışarıya da yayabilir. İfşa edebilir. O da Türk Ceza Kanunu'na göre suçtur. Tamam bu suçu bilerek işleyenler var Türkiye'de. İkincisi yasal dinlemenin dışında çok küçük ses aygıtları, dinleme cihazları her yere konabilir. Bu bazen kesme şeker büyüklüğünde olur. Bazen bir dolma kalem gibi olur. Bazen bir saksının içerisine yerleştirilir. Bazen bir kapı mandalının içerisine konabilir. O da çok gelişti. Bunların da fuarlarında bu cihazları görmeniz de mümkün. Bunlar yasa dışı dinlemeler. Bunların amacı nedir. O insanın özel hayatına kişilik haklarına saldırı, bunu bir şekilde kullanmak. Nasıl kullanacaksınız? Şantaj, baskı veya tehdit. Bu para sızdırmaktan tutun bir insanın sevgilisiyle veya bir başkasıyla ilişkisinin onun bütün itibarını yitirecek noktaya gelmesine kadar... kanun dışı dinlemelerin hepsi ahlaksızlıktır. Hepsi büyük bir suçtur. Çünkü insanın özeline girmenin bu kadar çirkin olduğunu herhalde herkes kabul eder. Bunlara karşı yasal tedbirler var. Ama bu kanunları uygulamakta zorluk çekiliyor. Kim yaptı? Ne amaçla yapıldı? Nasıl ifşa edildi? Bazen tabi kasetler yoluyla milletvekillerinin adaylıkları süreci etkilendi. Bir partinin genel başkanı da genel başkanlıktan uzaklaştırıldı. Bunlara karşı da tedbir almak lazım. Kim ne yaparsa yapsın özel hayata şu veya bu maksatla tespit etmek hele hele bunu ifşa etmek fevkalade yanlış. Bir başka suç daha var. Diyelim ki bu dinlemeler yasal olarak yapıldı ve sonunda da bir soruşturma başladı. Bir suç ortaya çıkarılmak isteniyor. Türk Ceza Kanunu'nun maddesi evrensel bir hukuk prensibidir. Soruşturmanın gizliliği esastır. Soruşturma safhasının gizli olması esastır. Bunu dışarıya verenler suç işlemiş olurlar. Ne zaman ki savcı iddianame yazar, iddianamesi mahkemece kabul edilir ondan sonra aleni olur. Onu yazmak çizmek hiçbir zaman suç olmaz. Şimdi ister bakanlar hakkında olsun, ister bir başkası hakkında olsun bir soruşturmadan bahsediliyor. Ama soruşturma daha mahkemeye bile gelmeden hakim önüne bile çıkmadan fotoğraflarıyla, kamera kayıtlarıyla televizyon ekranlarında ya da gazetelerin sayfalarında bu artık işlerin iyice cılkının çıktığını, iyice rezil bir noktaya geldiğini gösteriyor. Birkaç taslak ve tasarı var ama bunlardan bir tanesi yasa dışı dinlemelere karşı daha ağır müeyyideler getirecek bir düzenleme. Bundan kurtulmamız lazım. Bütün vatandaşlar bunu bekliyor ve biz dinlenme korkusuyla huzursuz oluyoruz. Bir demokratik ülkede, bir hukuk devletinde kimse acaba dinleniyor muyum diye bir telaşın içerisinde olmamalı."
CAMİANIN İÇİNE BİR ŞEKİLDE SIZMIŞ, HÜKÜMET VE DEVLET ALEYHİNE YASADIŞI İŞLER YAPANLARLA KAVGA VAR
Arınç kendisine yöneltilen, '17 Aralık sürecinden sonra hükümetiniz ve cemaat arasında bir yumuşama olmadı. Yumuşama beklentisi oldu, ama bu gerçekleşemedi. Hükümet-cemaat ilişkileri nereye gidiyor?' sorusuna "Cemaat dediğimiz zaman bütün camiayı hedef alırız. Halbuki mesele öyle değil. Bu camia, hizmet hareketi dediğimiz şey, binlerce insanın, milyonlarca sempatizanın sevgiyle baktığı, faaliyetlerine destek olduğu bir harekettir. Büyük bir hizmet. Başta Hoca Efendi varsa onun yardımcıları varsa, bir taraftan da kocaman bir camia. Bizim burada hükümetle arasının bozuk olduğunu düşündüğümüz veya şu anda münakaşalı hale geldiğimiz sadece belli yerlerde bulunup da görevlerini kötüye kullananlarla ilgili. Bu bir milyonun belki de binde biridir. Dolayısıyla konuşmalarımızda camianın hepsini başından sonuna kadar değil, bunların içerisine bir şekilde sızmış, bir şekilde bu camiayı da kendisine alet ederek, hükümet aleyhinde, devlet aleyhinde bir takım yasadışı işler yapanlarla bir kavga var. Bunlar çok küçük sayıda. Dolayısıyla bu tartışmalar bugün bu noktaya geldi. Bu istenmeyen bir şey. Hoş olmayan bir şey. Keşke bu noktaya gelinmeseydi. Hükümete karşı bir komplo kurulduğunu, bu hükümeti itibarsızlaştırmak, yıkmak, önümüzdeki seçimlerden başlayarak geriletmek amacını ve bunun içinde Türkiye'nin iç ve dış itibarının yok edilmek istendiğini fark ettik. Bizim mücadelemiz bunu yapmak isteyenlerle. Yoksa tertemiz o kitleyle en ufak birbirimizin yüzüne bakamaz hale gelecek bir sıkıntımız söz konusu değil. Zannediyorum ki bir kısım çalışmalar da sonuçlandığında yanlış yapanlar, kötü işler yapanlar ortaya çıkacak ve camiada bunlardan kurtulmuş olacak ve biz yine o güzel insanlarla birlikte yolumuza devam edeceğiz" diye yanıt verdi. 
HOCA EFENDİDEN DUALARLA DESTEKLEDİĞİ HÜKÜMETİMİZİN ALEYHİNDE ÇALIŞANLARIN VARLIĞINA İNANDIĞI TAKTİRDE BUNA YÖNELİK BİR MESAJ VERMESİNİ İSTERİM
'Hükümetin Pensilvanya'dan bir beklentisi var mı?' sorusuna Bülent Arınç, "Türkiye'de yaşanan bu olaylara bakarak, muhterem Hoca Efendiden hem bu camia içerisinde yanlış yapanlar varsa, böyle inanıyorsa,-ben onu etkileme noktasında değilim- tamamen onun bu konuda ciddi bir araştırma yaparak, bu konuda yanlış yapanlarında mevcut olabileceğini, kendilerinin bugünlere kadar dualarla, hem fiili, hem kavli olarak destekledikleri hükümetimizin aleyhinde çalışanların varlığına inandığı taktirde buna yönelik bir mesaj vermesini ve camianın bütününün, tekrar bu güzel yolda yürüyenlerin destek olmasını, arzu etmesini isterim. Böyle bir konuşma yaparsa hem Türkiye'ye sükunet gelir hem de aradaki kırgınlıklar giderilmiş olur. İlhan İşbilen gibi arkadaşlarımızı da kaybetmemiş oluruz. Madem ki iş bu noktaya geldi. Bundan sonra hiç bir şey geçmiş değildir. Merhum Necip Fazıl'ın çok güzel bir sözü var. 'Vakit o kadar geç ki, artık sayabiliriz' derdi. Hiçbir şeyin geçtiği düşünülmemeli. Her şey yeniden başlayabilir. Esasen bunlar mutlaka tamir olacaktır. Çünkü iki hayırlı hizmeti yapan grubun birbirine hasım olması elbette beklenemez" dedi. 
FETULLAHÇI, F TİPİ ÖRGÜTLENME DİYEN ONLARDI
Konuşmasında 17 Aralık'la başlayan sürecin seçimlerde Ak Parti için bir olumsuz durum yaratmayacağını söyleyen Arınç, "Seçimlerde bana sorarsanız biz yine en yüksek oyu alacağız. Ak Parti'ye olan ilgi de, destek de güven de bir milimetre geriye gidiş yok. Hatta kalabalıklara baktığınızda bir misli bile artmış görünüyor. Bu mahalli seçimlerde de açık ara önde olacağız. Buna inanıyoruz. Şüphesiz bu münakaşalar sırasında gönülleri, kalpleri kırılan insanlar farklı tercihlerde de bulunabilirler. Onların tercihlerine de saygı duymak lazım. Unutmayalım ki hükümetin bu aşamada yıprandığını düşünenler, asıl o camiaya karşı da fevkalade bir yıpratma kampanyasının mevcudiyetini göz ardı etmesinler. 17 Aralık'a kadar hiç kimse bu camiayı tartışmazdı. CHP her zaman eleştirir, her zaman tehlikeli bulurdu. Unutmayalım ki Fettoş diyenler onlardı. Fethullahçı diyen onlardı, F Tipi örgütlenme diyen onlardı. Sayın Bahçeli'nin ağızından ve MHP'den -üst seviyeyi kastediyorum- bugün o cemaate karşı bir sevgi ifadesi duymak mümkün olmadı. Ama şimdi cemaat ve hükümet arasındaki çekişmeye bakınca hükümetin yıpranmasını amaçlayanlar, camianın yanında yer almaya başladılar. Bunu her şeyde görmek mümkün. O cemaatin güzel insanlarına sizin geçmişte her türlü hakaretlerini gördüğünüz ve göğüslediğiniz bu insanlarla şimdi aynı safha gelmek hoş bir şey değil. Yani yapılanın içinde bir yanlış var. Lütfen bunu biraz daha idrak edin demek istiyorum. Biz siyasi bir partiyiz. Seçimlerde kazanmakta, kaybetmekte bizim işimiz. Onlar bir siyasi parti değil. Biz bugün kaybederiz yarın yine kazanırız. Türkiye'nin en büyük şansı biziz. Bu millet bize kızıyor belki ama sizden başka oy verecek parti yok diyor. Biz yıpranırsak Türkiye bundan çok şey kaybeder. Çünkü yerimize bizden daha iyisi gelecek gibi görünmüyor. Ama camianın yıpranması, Hoca Efendi hakkında hiçte layık olmadığı halde eleştirilerin yapılması hoş bir şey değil."
MESELA 'VELİ KÜÇÜK ÇOK YATTI İÇERİDE, ÇIKSIN DİYEN VAR MI?
Programda yöneltilen 'Tutukluluk süresinin 5 yıla indirilmesi ile ilgili bazı soru işaretleri var. Ergenekon sanıklarına özellikle tutukluluk süresi 5 yıla inerse tahliye yolu açılıyor mu?' sorusuna ise Arınç şu yanıtı verdi: "Teklif meclise yeni verildi ve zannediyorum salı günü Adalet Komisyonu'nda görüşülecek. Özel yetkili mahkemelerin ve katalog suçların muhakemesinde 10 yıla kadar tutukluluk süreleri vardı. Bunlar miktar daha aşağıya indirilmişti. 2012 yılının sonunda da zannediyorum süresini dolduranlarda tahliye edilmişti. Fakat tahliye edilenlerin içerisinde her cinsten suç isleyenler var. Bir kısmı Hizbullah'tan yargılananlar, 10 tane adamı öldürenlerden tutun, 5 tane bilmem neyi yapanlara kadar onlarda kapsam içine girmişti. Sonra tutukluluk süresi geri alınsın diyenler feryat etmeye başladılar. 'Ya tüh biz bunu düşünerek söylememiştik' diye. Şimdi şahsi özel bir hukuki düzenleme yapamazsınız. Genel bir hüküm koyacaksınız. Bu nedenle biz özellikle 3 yıldır ben şunu söylüyorum; tutukluluk istisnaidir, tutuksuz yargılamakta esastır. Biz o zaman dedik ki bu kadar uzun tutukluluk süresi olmasın, biz kanun çıkarmayalım, 'Ey hakim, ey savcı tahliye kararını siz verin'. Ama bizim güzel hakimlerimiz, bizi dinlemedi. Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru üzerine verdiği karara kadar hiç tahliye kararı vermediler. Yalvardık, yakardık. 'Bu sonunda başımıza kötü işler getirecek. Siz insanları şahsi hürriyetinden mahkum ediyorsunuz. Sonra bunlar karşımıza çıkacak. Bir kısmı hasta olacak, bir kısmının ailesi perişan olacak. Toplumsal bir yara meydana gelecek. Ne olur tahliyeleri geciktirmeyin' dedik. Israr ettiler. Geciktirmek şöyle dursun hükümlülük süresini bile geçenler oldu. Şimdi bir kanun teklifi geliyor. Göreceksiniz komisyonda 'bundan kim istifade edecek' diye bunu çok savunanlar bile endişelerini ortaya koyacaklar. Şimdi diyelim ki bunu 5 yılla sınırladık. Herkes istifade edecek. Öyle Ergenekon sanıkları var ki kimse bunlar için ağızını açmıyor. Mesela Veli Küçük. 'Çok yattı içeride, çıksın diyen var mı?' Ama İlker Başbuğ için 'herkes çıkmalı bu şahıs' diyor. Genelkurmay başkanlığı yaptı. Dolayısıyla şimdi bir dava var. Balyoz davası. O Yargıtay'dan kesinleşti. Ergenekon'un hala gerekçeli kararı yazılmadı, temyize gitmedi. Şimdi kesinleşen kararla ilgili bu çıkaracağımız kanun bir işe yaramaz. Ama devam eden yani karar verilmiş, ama temyiz safhasından geçmemiş davalar var. Dolayısıyla orada tutuklu bulunanları kapsayacak yasal bir düzenleme olması lazım."

IA,