TÜRKİYE'NİN CEMEVİNİN STATÜSÜNÜ TANIMASI LAZIM
Abant Platformu'nun öğleden sonra yapılan "Kutuplaşmaların Toplumsal Bedeli" konulu oturumunda görüşler bildirildi. ODTÜ öğretim Üyesi Prof.Dr. Tayfun Atay'ın moderatörlüğünü yaptığı oturumda Sakarya Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Besim Dellaloğlu ile TOBB Üniversitesi öğretim üyesi Doç.Dr. Rıza Yıldırım, kutuplaşmanın sosyal, kültürel ve ekonomik yönlerini anlattılar. Türkiye'de cem evlerinin statüsünün hemen tanınması gerektiğini belirten Prof.Dr. Besim Dellaloğlu, "Cemevi camiye alternatiftir şeklindeki açıklamalar demokratik cümleler değil. Siyasal nesnellikle tanımlama çabası bunlar. Bizatihi siyasetin çözmesi gereken bir konu bu. Cemevi uygun mudur, değil midir bu dini bir çerçevedir. Birileri cemevini caminin alternatifi olarak yaşıyorsa bunun tarihsel arkası var. Bunu siyasetin makul bir çerçevede tanıması gerekli. İtikadi tartışmanın teolojik çerçevenin sürmesi aslında alevi geleneğini kendi içindeki tartışmalarını da artırdığı için dolayısıyla makulun bulunması şansını da daraltıyor. Acilen Türkiye'nin cemevinin statüsünü tanıması lazım. Bu konuda hızlı şekilde çözüm alınmalı" dedi.
DEVLET İNANÇLARINDAN SIYRILDIĞINDA SORUN KALMAZ
Devletin inançlarından sıyrıldığı zaman alevi ve sünni arasında sorun kalmayacağını ifade eden Doç.Dr. Rıza Yıldırım ise, "Bu süreçte korkular doğabilir. Devlet inançlarından sıyrıldığı takdirde alevi ve sünni arasında sorun kalmaz. Dünyada yaşıyoruz ve dünyanın gidişatına yön veren toplumlar var. Bu toplumlar üzerinde hegamanyolar oluşturuluyor. Dünya sistemine entegre olma adına kriz noktaları var. İslam tarihinde de ilk olabilecek bir dönem içindeyiz. Sünnilik ile devlet arasında nasıl bir ilişki olacak? Devlet erkiyle yapışık bir sünnilik mi ortaya çıkacak, yoksa bireyin kalbine, fikrine öncelik verecek, erkin işleyişini inanç referanslarından sıyıracak bir yapı mı ortaya çıkacak? Böyle olursa alevi sorunu da ortadan kalkacaktır" diye konuştu.
Doç.Dr. Rıza Yıldırım her alanda güç ve kaynak kullanılırken inanç refaranslarının etkin olmaması gerektiğini açıklayarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Devletin varlığı vergilere dayanıyor. Herkes vatandaş kabul ediliyorsa, kullanırken de vatandaşlık kriteri üzerinden yapılmalı. Her alanda herhangi bir güç ve kaynak kullanılırken inanç referanslarının etkin olmaması gerekir. Yoksa inanç çatışmasının önüne geçemeyiz ve boşuna konuşmuş oluruz. Bunun yolu paylaşımda adaleti sağlamak. İnancı arındırarak işleyen devlet olursa alevi ve sünni arasındaki fark kalmaz. Eğer alevilik anlayışı bana zarar vermiyorsa, bu bana zarar vermez ise ortaya gerilim çıkmaz. Ama inanç üstünden bir örgütlenme varsa ve herkes ciddiye alırsa bu dönüp dolaşıp insanları tehdit ettiği algısı yaratır ve inançlara atıf yapan, bunu kategorize eden devletlerde bunun oluşmaması mümkün değil. Eğer aradaki makas açılırsa alevi toplumu her geçen gün kaynaktan mahrum kalacak ve daha da radikalleşecektir. Varlık yokluk mücadelesinde keskinlik artar, düşünce ortadan kalkar ve siyah beyaz bir durum ortaya çıkar. Kent aleviliği keskinleşip anti devletciliğe çevrilirken o da anti alevilik kaygısına girecek ve çoğunluğu oluşturan Türkiye'de bilim ve felsefe yapma imkanı bitecek. Ara açılırsa çatışma büyür."
DİNİN KASASI, DEVLETİ OLMAZ
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yanlış bir kurum olduğunu iddia eden Hacı Bektaş-ı Veli Kültür Vakfı Başkanı Dinçer Türkmen, "Sünniler ibadetini camide aleviler ise cemevinde yapıyor. Sünniler beş vakit namaz kılıyor, aleviler ise cemevinde semah ediyor. Şimdi merak ediyorum acaba alevi mi sünnileşecek, sünni mi alevileşecek? Yoksa iki zenginlik olarak mı devam edecek? Geçmişe dönüp bakınca Kuran-ı Kerim'i iyi anlatmayan insanlarda suç buluyorum. Kuran-ı Kerim okunmuyordu saklanıyordu. Türbe gibi kafamızda niyaz ederdik, okunma olmazdı. Okuyanlarda iyi aktarmadı. İyi anlatılsaydı Ehli Beyt 20'nci yüzyılda hatırlanmazdı. Niye şimdi hatırlandı. Niye 20'inci yüzyıla kadar aleviler sahip çıktı. İyi bilenler Ehli Beyti anıp meclisinde konuşmaya çalışırdı. Bunu bilip bilmemezliğe geldiklerini biliyorum" dedi.
Kent alevilerinin izin verildiği takdirde inançlarını rahatlıkla yaşayabileceğini anlatan Türkmen, şöyle konuştu:
"Sünnilerin yüzde 15'i beş vakit namaz kılıyor. Yüzde 35'i namaz kılmaya çalışıyor. Yüzde 65'i cuma namazı ibadetini yapıyor. Yüzde 55'i ramazanda oruç tutuyor. Siz çok mu namaz kılıp oruç tutuyorsun da alevilere soruyorsun. Günümüze bakınca kim kime laf söyleyecek. İnanıyorum ki hiçbir öteki olmayacak. Kent aleviliği yaşanmaktadır eğer izin verilirse. Türkiye'nin Diyanet İşleri Başkanlığı gibi yanlış bir kurumu var. Dinin kasası, devleti olmaz. Dini özgürce yaşanmak istiyorsa devlet değil millet sahip çıkacak. Ehli Beyt dostları olarak, Kuran-ı Kerim okuyanlar olarak bizi yönetmeye talip olanlar Kuran'ın adaletini ne kadar uygulayacaksınız? Diğerini ötekileştirmeden bunu uygulayıp hoşgörüyle yaklaşacak mısınız? Aleviler olarak camide secde eden insanlara aynı gözle bakılacak mı?"