Serpil KIRKESER / İstanbul, () Ergenekon Davası'ndan tutuklu bulunan aralarında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Gazeteci Tuncay Özkan, emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün de aralarında bulunduğu 35 sanığın tahliye talebi oy birliğiyle reddedildi. 16 sayfalık kararda Ergenekon Davası'na bakan Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese ile üye hakimler Sedat Sami Haşıloğlu ve Hüsnü Çalmuk'un imzası bulunuyor. Oy birliğiyle alınan kararda, 6 Mart 2014 günü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak Resmi Gazete'de yayınlanmasıyla yürürlüğe giren yasa gereği azami tutukluluk süresinin 5 yıl olması ve sanık Mehmet İlker Başbuğ hakkında Anayasa Mahkemesi'nce verilen 6 Mart 2014 tarihli ihlal kararı nazara alınarak tahliye talebinde bulundukları belirtildi.

"GEREKÇELİ KARARIN ÖNEMLİ BİR KISMI YAZILMIŞTIR"
Dava hakkında genel bilginin de verildiği kararda, "20 Ekim 2008' de duruşmaları başlayan Ergenekon Silahlı Terör Örgütü Davası 5 Ağustos 2013' te sona ermiştir. Mahkememizin kısa kararında ayrıca, bir kısım sanıklar hakkında 125 suçtan beraat, 9 sanık hakkında düşme, 7 sanık hakkında tefrik, 6 sanık hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Ergenekon Silahlı Terör Örgütü yöneticiliğinden, üyeliğinden ve diğer suçlardan dolayı sanıklara, 05 Ağustos 2013 tarihinde değişik cezalar verilmiştir. Ancak karar kesinleşmemiş olup gerekçeli kararın yazımı devam etmektedir. Gerekçeli kararın önemli bir kısmı yazılmıştır" denildi.

"DERİN YAPI İLK KEZ YARGI ÖNÜNE ÇIKARILMIŞTIR"
Kararda, "Bu yargılama sonunda, Ergenekon diye bir örgüt olduğu, bu örgütün yapısı, eylemleri ve belgeleri dikkate alındığında mevcut yasalara göre silahlı bir terör örgütü olduğu, bu silahlı terör örgütünün bir derin devlet yani Gladyo /Kontrgerilla yapılanması olduğu ve esas olarak Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yasadışı olarak oluşturulup faaliyet gösterdiği, mensupları arasında asker-sivil toplumun her kesim ve statüsünden insanların bulunduğu, bu örgütün toplumda kaos oluşturmaya yeterli nitelik ve nicelik olarak vahamet arz eden miktarda kayıt dışı mühimmata sahip olduğu gibi hususlar mahkememiz tarafından sabit görülmüş, mahkememiz tarafından bu nedenle müebbet hapis dahil bir çok sanık hakkında ağır cezalar takdir edilmiştir. Derin Devlet/Kontrgerilla/Gladyo/Süper NATO isimleriyle anılan "Derin Yapı" ilk kez yargı önüne çıkarılmıştır. Bu fırsat hakkıyla değerlendirilebilirse ülkenin demokratikleşme serüvenine büyük katkısı olacaktır. Hiç kimsenin bugüne kadar varlığından şüphe duymadığı, hatta bu örgütün Türkiye'de ki isminin Ergenekon olduğu belirttikleri, fakat hiçbir zaman yargılanamayan bu örgüt ilk kez yargı önüne getirilmiştir. Susurluk Davası' nda bir hücresine ulaşılabilen, ancak o zaman ki şartlar ve delil durumu gereği ancak 14 kişinin, sadece çıkar amaçlı suç örgütü kapsamında yargılanabildiği derin yapı, 2008'lerde başlayan yargılamayla daha bütüncül ele alınarak yargılanmıştır. Ergenekon Terör Örgütü davasında, aynı zamanda Susurluk Davası' nın da hükümlüsü olan dosyamız sanıklarının, dosyamızın diğer sanıklarıyla girift (Birbirinin içine girip karışmış) irtibatı dosyada açıkça görülmektedir" ifadelerine yer verildi.

"SUÇLARIN EN ÖNEMLİSİ CEBİR VE ŞİDDET KULLANARAK TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİNİ ORTADAN KALDIRMAYA...... "
Yapılan yargılama sonunda sanıklar hakkında, gerek Ergenekon Terör Örgütü üyeliği, gerekse işledikleri sair suçları nedeniyle cezalandırılmalarına karar verildiği anlatılan kararda, "Sanıkların işlediği sabit görülen sair suçların en önemlisi "cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme" suçudur. Mahkememizde karara bağlanan davada, Ergenekon Terör Örgütü' nün özellikle Bülent Ecevit başbakanlığındaki 57. Hükümeti ve Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan Başbakanlıklarında 58. ve 59. hükümetleri hedef alan faaliyetlerini yoğunlaştırdığı anlaşılmaktadır" denildi.

"BUGÜNE KADAR BU TÜR SUÇLAR YARGILAMA YARGILAMA KONUSU YAPILAMADIĞINDAN BU SUÇLAR VE DERİN DEVLET YAPILANMASI TAM OLARAK ORTAYA KONULAMAMIŞTIR"
Kararda, "Türkiye'de adi suçlar hakkında toplumun genel bir bilgisi, algısı ve kültürü söz konusuyken, özellikle yasama ve yürütme organı aleyhine işlenen suçlar hakkında aynı şeyin söylenmesi mümkün değildir. Çünkü maalesef bugüne kadar bu tür suçlar yargılama konusu yapılamadığından bu suçlar ve derin devlet yapılanması tam olarak ortaya konulamamıştır. Bu yüzden kamuoyunun bir kısmının bu suçlara neden ağırlaştırılmış müebbet hapis öngörüldüğü konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığı görülmüştür. Oysa sosyo-psikoljik bir gerçekliktir ki, adi suçların zirve yaptığı dönemler hükümetlerin faaliyetlerinin durdurulduğu ve/veya engellendiği "askeri darbe öncesi -sırası ve sonrası" dönemlerdir. Bu süreçte cinayet, gasp, hırsızlık, dolandırıcılık, ırza müteallik eylemler, rüşvet, zimmet gibi adi nitelikli suçlar toplumda yaygınlaşır ve bunaltıcı hale gelir ve ardından insanlar bu dönemin sona ermesi için silahlı güçlerin yapacağı her türlü müdahale için tepkisiz ve hazır olduğunda ise artık hükümetler bu gücün telkin, yönlendirme, istek, baskı ve talimatlarına açık hale gelir. Demokrasiyle uyumlu olmayan bir rejimi ortaya koyan ve demokrasiyi işlevsiz kılan veya ortadan kaldıran bu tür müdahaleler birçok temel insan hakları ihlalleri doğmasına neden olur. Böyle bir dönemde hukukun üstünlüğü ilkesi göz ardı edilir, insanlar hiçbir hukuki kurala dayanmaksızın soruşturulur, gözaltına alınır, işkencelere maruz kalır, tutuklanır, kurdurulan hukukilikten uzak yargı mercilerince idam dahil bir çok sıra dışı cezalara çaptırılır. Daha tahrip edici büyük hırsızlıklar, zimmetler, gasplar, cinayetler görülmeye başlanır. Bu periyotta toplum sindirilmiş ve yargı işlevsiz bırakılmış olduğu için silahlı güçler ile destekçilerinin oluşturduğu burjuvazi, ülke kaynaklarını kendi menfaatleri için kullanır, haksız makam ve mal gaspları gerçekleşir, birçok suç teşkil eden eylemler işler, kendilerinin soruşturulamaması için tedbirler alır. Nihayetinde ülkenin en az bir 20 yılı heder edilmiş olur. Bunu yapanların hesap vermesi için ortaya konan çabalar ise, mağdurlar açısından, geciken adalet ne kadar adalet olacaksa o kadar anlam ifade eder" ifadelerine yer verildi.

"AVUKATLAR VE SANIKLAR SAVUNMALARINDA SANKİ TÜRKİYE'DE HİÇ DARBE OLMAMIŞ GİBİ BİR YAKLAŞIM SERGİLEMİŞTİR"
Kararda şu ifadelere yer verildi: "Sanıklar ve müdafileri tarafından yapılan savunmalarda Türk ordusuna büyük bir bühtan(iftira) yapıldığı iddia edilmiş ve sanki Türkiye'de hiç darbe olmamış ve hükümetlerin görevi sekteye uğratılmamış gibi bir yaklaşım sergilenmiştir. Sanıkların özellikle belli bir kısmının gerek telefon konuşmalarında, gerek yazılarında ve gerekse savunmalarında 1960 askeri darbesini, bir devrim olarak değerlendirdikleri, bu tür bir müdahalenin gerçekleşmesini açıkça ifade ettikleri, ordu millet el ele bir araya gelerek ordunun gidişata dur denmesi gerektiğinden bahsettikleri görülmüştür. Bu tür ifadelerin hukuka uygun ve demokratik olduğu söylenemez ve şiddet kullanımını savunan bu tür ifadeler ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez.
Kanun koyucu gerek dünya gerek ülke tecrübeleriyle sabit böyle bir ortamın doğmasına fırsat vermemek için bu suçun ihlal ettiği hukuki yararın önemini dikkate alarak bu tür eylemler için en ağır yaptırımı uygun görmüştür. Bu ülkemizde olduğu gibi demokrasinin geçerli olduğu devletlerde de böyledir. TCK 311. ve 312. maddeler incelendiğinde bu suçların bir tehlike suçu olarak kabul edildikleri ve teşebbüsün tamamlanmış suç gibi cezalandırıldığı anlaşılmaktadır. Kanun, cebir ve şiddet kullanarak yasama ve yürütmenin sadece "ortadan kaldırılmasına teşebbüs edilmesi" ni değil, bunun yanında bu organların "görevlerini yapmasını tamamen veya kısmen engellemeye teşebbüs edilmesi" ni dahi aynı şekilde cezalandırmaktadır. Yani bir anlamda kanun koyucu bu suçu işlemeye niyetlenenlere, "kanunun caydırıcı olması" ilkesi gereği bir ikazda bulunmakta ve suçun oluşumu için "cebir ve şiddet kullanarak TBMM veya Hükümetin görevlerini kısmen yapmasını engellemeye teşebbüs edilmesi" nin bile suç için yeterli olacağını belirtmektedir."

"ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ' NÜN KENDİNE ÖZGÜ BİR YAPISI VARDIR"
"Ergenekon Terör Örgütü' nün kendine özgü bir yapısı vardır" denilen kararda, "Bu örgüt, birbirlerini tamamlayan ve destekleyen kompartımanları olan, ancak bu kompartımantasyon /perdeleme sistemi gereği birimler arasında sınırlı bir iletişimin söz konusu olduğu, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden iktibas edilen "bilmesi gereken" prensibi çerçevesinde örgüt üyelerinin faaliyet gösterdikleri, herkesin kendi uzmanlık alanında örgüte katkı sağlayıp örgütsel faaliyette bulunduğu bir yapılanmadır. Örgütün genel ve/veya güncel hedefleri doğrultusunda bu yapılanmanın bir birimi toplumun hazırlanması bakımından sivil toplum örgütlerini harekete geçirmekte/yönlendirmekte, toplantı ve gösteriler düzenlemekte/ düzenletmekte, bir birimi cebir ve şiddet içeren eylemler ile alakalı planlar yapmakta, lojistik ve finansal destek sağlamakta, bir birimi kendi üzerine düşen cebir ve şiddet içeren eylemleri organize etmekte, işlemekte/işletmekte, bir diğer birimi bu tür eylemlerden sonra özellikle basın kanalıyla dezenformasyon yapmakta, bir kısmı bu eylemlerin rüzgarını arkasına alarak toplumsal katmanları harekete geçirip geniş tabanlı organizasyonlar yapmaktadır. Sonuçta Ergenekon Terör Örgütü, dosyamız kapsamında tüm bu birbirini tamamlayan eylemleriyle amaç suçların oluşması yönünde faaliyet göstermektedir" ifadelerine yer verildi.

"ERGENEKON SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ÇOK KARIŞIK BİR İLİŞKİLER YUMAĞINA SAHİP OLDUĞU GÖRÜLMÜŞTÜR"
Kararda, "Yapılan yargılamada, Türkiye'deki derin devletin adı olan Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün çok karışık bir ilişkiler yumağına sahip olduğu görülmüştür. Örgütün yargılanan ve mensuplarının cezalandırıldığı belli bir kısmı açığa çıkarılmış ise de, bazı hücrelerine ulaşılamadığı görülmüştür. Yine Ergenekon Terör Örgütü' nün bazı birimleri ve uzantıları hakkında dosya kapsamına göre isabetli yorum yapılabilmesi mümkün olsa da, bunlarla alakalı dosyada hukuki olarak yeterli delile ulaşılamadığı ortadadır. Bu yüzden bunların ayrı bir soruşturma ile ortaya çıkarılmasının mümkün ve gerekli olduğu düşünülmektedir" denildi.

"BİR KISIM SANIKLAR İCRA ETTİKLERİ MESLEKİ FAALİYETLERİ VE AKP HÜKÜMETİ'NE MUHALİF KİMLİKLERİ DOLAYISIYLA YARGILANDIKLARINI SAVUNSALAR DA BUNUN DOĞRU OLMADIĞI ORTADADIR"
"Ergenekon Silahlı Terör Örgütü Davası - İtalya' daki Gladio Davası dışında-dünyada bilinen diğer tüm davalarla hacim ve içerik olarak kıyaslanamayacak kadar devasa bir özelliğe sahiptir" denilen kararda, "Bu davada, içlerinde Genelkurmay Başkanı, ordu komutanı gibi üst düzey askeri sanıklar olduğu gibi, siyasi parti yöneticiliği, avukatlık, gazetecilik, akademisyenlik, taksicilik ve çaycılık gibi meslekleri icra eden toplumun hemen hemen her kesim ve mesleğinden kişilerin de bulunduğu görülmektedir. Her ne kadar belli meslek ve siyasi gruplara mensup bir kısım sanıklar icra ettikleri mesleki faaliyetleri ve AKP Hükümeti'ne muhalif kimlikleri dolayısıyla yargılandıklarını savunsalar da bunun doğru olmadığı ortadadır. Çünkü yargılanan sanıklarından çok daha keskin muhalefet yapan gazeteciler ve siyasiler dosyamız sanığı değillerdir. Çünkü mahkememiz verdiği kararında sanıkları mesleki veya siyasi faaliyetlerinden dolayı değil, Ergenekon Terör Örgütü mensubu olarak işledikleri eylemlerden dolayı cezalandırmıştır" ifadelerine yer verildi.

"HER TÜRLÜ SUÇUN SANIĞI OLMASI MÜMKÜNDÜR"
"Sanıklar birçok terör örgütünün yaptığı gibi, siyasal, basın ve örgütlenme özgürlüklerini Ergenekon Terör Örgütü'nün amaçları doğrultusunda kullanmışlardır" denilen kararda, "Bu bağlamda eski Genelkurmay Başkanı sanık Mehmet İlker Başbuğ' un durumu ön plana çıkmaktadır. Sanıklar tarafından "Bir genelkurmay başkanından nasıl terörist olur" söylemleriyle oluşturulan bir algı söz konusu olmuştur. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, "terörist" kelimesi hukuki değil, basın yayın organlarının kullanmayı tercih ettiği siyasi bir kavramdır. Hukukta ise terör suçlusu kavramı tercih edilir. Terörle Mücadele Yasası kapsamında "terör örgütü" olarak değerlendirilen suç örgütlerinin mensuplarının belirli eylemleri de terör suçu sayılmaktadır. Bu kapsamda yasa koyucu devlet aleyhine işlenen TCK 309, 311, 312 gibi maddelerdeki suçları Terör Suçu olarak kabul etmektedir. Anayasal düzene, Yasama Organı ve Yürütme Organına karşı işlenen bu tür suçların gerek işleniş biçimi ve gerekse vahim sonuçlan dikkate alınarak doktrinde, yazılı hukukta ve uygulamada bunlar terör suçları arasında yer almaktadır. İkinci olarak gerek teoride ve gerekse pratikte herkesin, her türlü suçun sanığı olması mümkündür. Terör suçları siyasi içeriği de olan suçlardır. Bu nedenle bu suçun failleri işledikleri eylemleri suç kapsamında kabul etmez ve kendilerini bir terör suçlusu saymazlar. Bu suçların hemen hemen tüm sanıklarının sahip olduğu ortak düşünce, "işledikleri eylemlerin insanlık, vatan ve memleket için" faydalı olduğu yönündedir. Bunun yanında bir Genelkurmay başkanının bu tür bir örgütün içinde olabileceği algısı ilk olarak mahkememizdeki yargılama ile de oluşmuş değildir.

"GENELKURMAY BAŞKANINDAN TERÖRİST Mİ OLURMUŞ..."
"Genelkurmay Başkanından terörist mi olurmuş" söylemi bir başka açıdan da çelişki içermektedir. Çünkü bir mahkeme eğer böyle bir kişinin hiyerarşik olarak altındaki kişilere aynı eylem dolayısıyla ceza vermişse, "yasalar önünde herkes eşittir" ilkesi gereği bu kişilerin eylemlerinin ortağı olan komutana da ceza vermesi kaçınılmazdır ve adaletin bir gereğidir. Bu söylemde bulunan kişilerin, ilkesel bazda en azından bu suçla ilgili her bir sanık için aynı ifadeyi kullanmaları beklenir. Yukarıda kısaca değinilen hususlar ışığında bu benzeri sözler nedeniyle yargılamanın şekillenemeyeceğini söylemek gerekir. Hükmen-tutuklu sanık Mehmet İlker Başbuğ, mahkememizin 2009/191 esas sayılı ana dosyasında yapılan yargılama sonucunda "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek "suçundan dolayı TCK.312/1, 62 maddeleri gereğince müebbet hapis cezası ile cezalandırılmış, karar 05 Ağustos 2013 tarihinde açıklanmıştır" denildi.

"GEREKÇELİ KARARIN YÜZDE 80'İ TAMAMLANDI"
"Gerekçeli kararın 15 gün içinde yazılması konusu" başlığı altında şu bilgilere yer verildi: Yargılama süreci 4 sene 9 ay, 15 gün süren zaman diliminde mahkememizce 620 celse mesai saatlerini de aşan sürelerde, toplam 3699 saat, 106 dakika, 48 saniye duruşma salonu oturum kaydı tutulmuştur. Sanıklara toplam 106.068 dakika ( 294 gün, 3 saat, 48 dakika) savunma, talep ve beyanda bulunma ve soru sorma süresi tanındığı, sanık müdafilerine ise, toplam 36.200 dakika (100 gün, 3 saat, 20 dakika) savunma, talep ve beyanda bulunma ve soru sorma süresi tanındığı görülmektedir. Tanınan bu sürelerin yapılan yargılama sürecini uzattığı, bu konuda sanıklar ve müdafilerin kendilerinden beklenilen özeni de göstermedikleri ortadadır. Bu verilerden de anlaşılacağı gibi duruşma zabıtlarının, sanıkların ve müdafilerinin yazılı ve sözlü savunmalarının çok kapsamlı olması nedeniyle incelenmesinin uzun süre aldığı, bunlara kanunen gerekçeli kararda yer verilmesi zorunlu olması nedeniyle mahkememizin yoğun bir mesai harcamak zorunda kaldığı açıktır. Sanık sayısı, sanıklara isnat edilen eylemlerin sayısı, sanıklara isnat edilen suçların ve mahkum oldukları suçların sayısı, dosyada mevcut belge sayısı, dinlenen tanıkların sayısı ve dinlenme süresi, dava konusu olayların özelliği, sanıkların bir birleri ile irtibatlarını ortaya koyan HTS raporlarının kapsamı, Genelkurmay Başkanlığından celp edilen bilgisayarların incelenmesinden sonra verilen bilirkişi raporu ve dosyadaki diğer raporların kapsamı ve dosya kapsamı dikkate alındığında bu kadar kapsamlı belge ve beyanı CMK. 232/3 maddesinde ve 6526 sayılı yasanın 1. Maddesi ile eklenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun geçici 14. Maddesinin 5. Fıkrasında öngörülen 15 günlük süre içerisinde gerekçeli kararın yazılamayacağı açıktır. Hatta sanıklar ve müdafiiler savunmalarında sık sık bu davanın bitmesinin ve gerekçeli kararının yazılmasının mümkün olmadığı, insan gücünün bunun üstesinden gelemeyeceklerini belirttikleri de görülmüştür. Ancak mahkememiz bugüne kadar Türk Yargı tarihinde hiçbir mahkemenin maruz kalmayacağı kadar ağır bir baskı altında olmasına rağmen gece gündüz herhangi bir mesai gözetmeksizin gerekçeli kararı hazırlamak için yoğun çaba göstermiştir. Bu tarih itibariyle de gerekçeli kararın yüzde 80'e yakın bölümü tamamlanmıştır. Anayasanın 141/3 maddesi gereği; "Mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır". 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 34/1 maddesi gereğince; "hakim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil gerekçeli olarak yazılır". CMK. 230. Maddesinde de gerekçeli kararda bulunması gereken hususlar ayrıntılı olarak belirtilmiştir" denildi.

"15 GÜN İÇERİSİNDE BU DOSYA İÇİN GEREKÇELİ KARARIN YAZILMASININ FİİLEN MÜMKÜN OLMADIĞI ORTADADIR"
Kararda, "Anayasa ve kanunun bu açık hükümlerine ve dosyamızın devasa boyutuna rağmen 15 gün içerisinde bu dosya için gerekçeli kararın yazılmasının fiilen mümkün olmadığı ortadadır. Bu durumda gerekçeli kararın 15 günde yazılmaması değil yazılmasının hak ihlaline neden olacağı, böylesi hayatın gerçekleri ile hiçbir şekilde bağdaşmayacak bir karar yazımının öncelikle sanıkların hukuki durumlarının yeterince gerekçeye aktarılamaması bu nedenle de gerek Yargıtay aşamasında gerekse İnsan Hakları Mahkemesine başvurulması durumunda denetimin zorlaşacağı açıktır. Kararın ancak makul bir süre içerisinde yazılabileceği herkes tarafından kabul gören bir husustur. Türk Yargı uygulamasında Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek mahkemeler ve yerel mahkemelerin mevcut iş yükü nedeniyle gerekçeli kararlarını 15 günün çok üzerinde, hatta bir kısım dosyaların gerekçelerinin seneleri kapsayan bir zaman diliminde ancak yazılabildiği tüm yargı camiası tarafından bilinen bir gerçekken, mahkememizin bu denli kapsamlı üzerinde hakimler dışında herkesin dosya kapsamındaki olgulara göre değil, oluşturulan algılara göre fikir beyan ettiği bu dosyanın gerekçeli kararını 15 gün içerisinde yazmasının beklenilmesi hak ve nesafet ile bağdaşmaz. Avrupa İnsan Haklan Mahkemesinin birçok kararında gerekçeli kararların yazım süresi ile dosyanın karmaşıklığı arasında ilişki kurulmuştur. Örneğin bir davacı, 2 davalının yargılamasının yapıldığı İngiltere, MC. DONALDS davasında yargılama iki yılın üzerinde kesintisiz olarak sürmüş, duruşma tutanakları 20.000 sayfa tutmuştur. 762 sayfalık gerekçeli karar 6 ayda yazılabilmiştir. AİHM dosyanın karmaşık olduğunu kabul etmiş ve gerekçeli kararın 7 ayda yazılmasıyla ilgili olarak herhangi bir hak ihlaline hükmetmemiştir" ifadelerine yer verildi.

"6 SANIK FİRAR ETMİŞTİR"
"Diğer yandan, yargılama sırasında sanıklardan Turhan Çömez, Bedrettin Dalan, Mustafa Bakıcı, 5 Ağustos 20013 tarihli karadan sonra ise sanıklardan Adnan Akfırat, Tunç Akkoç, Adnan Türkkan firar etmişlerdir" denilen kararda, dosya sanıklarından İlker Başbuğ'un hakkında verilen Anayasa Mahkemesinin kararı, sanığın tutukluluk durumunun gözden geçirilip tahliye edilip edilemeyeceğine karar verilmesi gerektiği konusuna ilişkin olduğu, bu konuda herhangi bir ihlale karar verilmediği kanaatine varılmıştır. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının ancak Anayasa değişikliği ile mümkün olduğundan 6526 sayılı kanunun iptali için ayrıca 15 günlük süre bu kapsamdaki davalarda yeterli olmadığından Anayasa Mahkemesince iptal edildiği taktirde bu konuda makul süre konulabilmesi için mahkememizin 07 Şubat 2014 tarihli kararı ile Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. Talep eden Sanıklar, halen hükmen tutuklu durumundadırlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve Yargıtay'ımıza göre temyiz aşamasında geçen süre tutukluluktan sayılmaz" denildi.

SANIKLARDAN ELE GEÇİRİLEN MÜHİMMAT VE DÖKÜMANLARA AYRINTILI OLARAK ANLATILDI
Soruşturma kapsamında ele geçirilen mühimmat ve dökümanlara ayrıntılı olarak anlatıldığı kararda, "Dosya kapsamında yapılan aramalarda yüzlerce, binlerce gizli belge, fişleme mahiyetinde kişisel veri içeren belge ele geçirilmiştir. Bu belgeler ve ele geçen el bombaları, tabanca, patlayıcı ve mühimmatın sayısı, niteliği, özellikleri, Danıştay baskını olayında bir hakimin öldürülmesi, dört hakimin yaralanması dikkate alındığında örgütün boyutu, gücü, vahameti gözler önüne serilmektedir" denildi.

YENİ YASA HÜKMEN TUTUKLU SANIKLAR YÖNÜNDEN UYGULANAMAYACAĞINA DİKKAT ÇEKİLDİ
Kararda, "3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 10/5 maddesinde öngörülen tutuklama süresinin 2 kat uygulanacağına ilişkin hükmün 6526 sayılı yasayla kaldırılmıştır. 6526 sayılı yasa ile hüküm tarihinde 5 yılı dolduran sanıkların tahliyesinin öngörüldüğü, bu yasa ile 5 yılık sürenin her bir suç için ayrı ayrı değerlendirileceği, bu nedenle haklarında birden fazla suçtan mahkumiyet kararı verilen hükmen tutuklu sanıklar yönünden bu yasanın uygulanamayacağı anlaşıldığından ve dosyamız kapsamında halen hükmen tutuklu bulunan sanıklardan tek suçtan mahkumiyet kararıverilenlerin 5 yıllık sürelerinin dolmamış olması ve 5 yıllık süreyi dolduran hükmen tutuklu sanıkların ise birden fazla suçtan mahkum oldukları ve 5 yıllık sürenin her bir suç için ayrı ayrı değerlendirileceği anlaşıldığından söz konusu yasa hükmünün hükmen tutuklu sanıklar hakkında uygulanamayacağı anlaşılmıştır" ifadelerine yer verildi.

TAHLİYE TALEPLERİ OY BİRLİĞİYLE REDDEDİLDİ
Mahkemenin bugün aldığı kararın sonuç kısmında, "Mahkememizin 27 Temmuz 2012 tarihli oturumunda tüm tutuklu sanıklar için belirtilen ortak gerekçeler ile birlikte her bir sanık için belirtilen özel gerekçenin (g) bentlerinde ayrıntılı şekilde, Tutuklu sanıkların tutuklamayı gerektirir mevcut somut delillerin gösterildiği ve bu gösterilen gerekçeler doğrultusunda sanıkların suçları sabit görülerek haklarında ağır müeyyideleri gerektiren cezaların tayin edildiği, sanıkların psikolojik harekat, kara propaganda yapmak suretiyle görsel ve yazılı medyayı, milletvekillerini, kamu oyunu, yargılama mercilerini etkileme, yönlendirme ihtimallerinin bulunması, davayı itibarsızlaştırma ve kaçma şüphelerinin bulunması, hükümle birlikte haklarında yakalama kararı çıkarılan bir kısım sanıkların halen yakalanamamış olmaları, daha önce haklarında yakalama kararı çıkartılıp firari durumda bulunan ve dosyamızdan tefrik edilen sanıklarından henüz yakalanamamış olmaları, Sanıkların, halen hükmen tutuklu durumunda olmaları, almış oldukları cezaların miktarları, 19 sanık hakkında müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiş olması, daha önceki gerekçelerimizde dikkate alınarak sanıkların tutukluluk hallerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutuklama için makul suç şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün AİHM içtihatlarında da kabul edildiği, bu nedenlerle atılı suçları işledikleri sabit olan tutuklu sanıklar haklarında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı yönündeki 05.08.2013 tarihli kararımızda herhangi bir değişiklik bulunmadığından ve bu sanıkların AİHM kararlarından ve Yargıtay Genel Ceza Kurulu kararlarından da hükmen tutuklu statüsünde olup bu sürede geçen zamanın tutukluluktan sayılmadığı ve kanunen tutuklu olmadıkları anlaşıldığından, bu konuda kanunen bir karar verilmesi imkanı da bulunmadığından, sanıkların vaki taleplerinin reddine oy birliğiyle karar verildi. "


TAHLİYE TALEBİ REDDEDİLEN SANIKLAR ŞÖYLE:
-------------------------------------------
1-Levent Göktaş
2-Mehmet Fikri Karadağ
3-Özkan Kurt
4-Ulaş Özel
5-İsmail Sağır
6-Mehmet Demirtaş
7-Hasan Ataman Yıldırım
8-Levent Ersöz
9-Muzaffer Tekin
10-Sedat Peker
11-Boğaç Kaan Murathan
12-Semih Tufan Gülaltay
13-Mustafa Dönmez
14-Veli Küçük
15-Fikret Emek
16-Kemal Kerinçsiz
17-Serdar Öztürk
18-Yalçın Küçük
19-Aykut Metin Şükre
20-Ergün Poyraz
21-İbrahim Şahin
22-Kemal Aydın
23-Doğu Perinçek
24-Mehmet Bedri Gültekin
25-Turhan Özlü,
26-Erkan Önsel,
27-Hikmet Çiçek
28-Mehmet Deniz Yıldırım
29-Hikmet Çiçek
30-Hasan Atilla Uğur
31-Ahmet Tuncay Özkan
32-Durmuş Ali Özoğlu
33-Mehmet Zekeriya Öztürk
34-İsmail Yıldız
35-Oktay Yıldırım