TÜSİAD genel kurulunda soru sormak için söz alan İshak Alaton kürsüye çıkarak bir konuşma yapmak istedi. Alaton, "Nihayet TÜSİAD epey geç de olsa uyanmaya başladı diye düşündüm. 17 yıl boyunca TÜSİAD'dan uzak durdum, toplantılarına gitmedim, bugün boykotumu noktalamaya karar verdim. TÜSİAD'la barışmaya geldim" dedi. Divan Başkanı Hüsnü Özyeğin, Alaton'un sözünü keserek, kendisine soru sormak için söz verdiğini ancak onun konuşma yaptığını söyledi. Bunun üzerine İshak Alaton'un konuşma yapıp yapamayacağı TÜSİAD üyelerinin oylamasına sunuldu. Yapılan oylamada üyeler, konuşmasına devam etmesi yönünde görüş bildirince İshak Alaton yeniden kürsüye çıktı. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) 44'üncü Olağan Genel Kurulu Swissotel'de gerçekleştirildi. Toplantının açılış konuşmalarının ardından Prof. Dr. Bülent Tanör anısına "Türkiye'nin Demokratikleşme Evreleri" başlıklı özel oturum yapıldı. Oturumun konuşmacılarından Prof. Dr. İlber Ortaylı, "Hukuk herkese lazımdır" sözünün son zamanlarda Türkiye'de çok kullanılan bir söz olduğunu belirterek, "Bu, herkese lazım olan hukuk, biraz büyükannemizin 'İyi çocuk olun' gibisinden tavsiyesine benziyor. Büyükannenin bilgeliğini hiç şüphesiz ki, hepimiz candan tasdik ederiz. Ama mesele ona itaat etmeye gelince işler değişir. Bir müddet evvel Türkiye'nin bütün yargı sistemi, denetim mekanizmaları altüst edildi. buna bir sürü insanlar, sağdan ve soldan alkış tuttular, günlerce bunun ne kadar iyi olduğu söylendi durdu. Bugün aynı şey tersine işliyor. Şikayet edenlerle edilenlerin yeri değişti. Bu işte, bu konudaki bir oturmamışlığı ifade etmektedir" diye konuştu.
"Hukuk, uyulması bir fazilet, bir asalet, bir dini duygu da değildir sadece. Hukuk, doğrudan doğruya karşınızdakinin silahlarına karşı sizin de benzer silaha sahip olmanızdır" diyen Ortaylı, bu nedenle hukukun herkese lazım olan bir unsur olduğunu dile getirdi. "SEÇİMDE ADALET, İSTİKRAR ADINA FEDA EDİLMEKTEDİR"
Prof. Dr. Zafer Üskül de, şunları söyledi:  "Demokrasi deyince, burada duramazsınız. Yani, 'sandık, sandık, sandık' deyip orada kalamazsınız. Çünkü, demokrasi sandıktan ibaret değildir. Seçim kaçınılmazdır ama seçimden ibaret değildir. Seçim olacaksa, seçeneklerin olması lazım. Seçenekler, siyasi partilerdir. O halde siyasi partilerin hakları, onların hukuk güvenliğini sağlayacak kurallar ve aynı zamanda siyasi partilerin içinde demokratik kuralların yerleşmesi, demokrasinin yerleşmesi bakımından önem taşıyacaktır. Bundan vazgeçemezsiniz. Siyasi partilerin propaganda özgürlüğü olacak, yurttaşın da bilgi edinme, öğrenme hakkı olacak. Siyasi partilerle yurttaş arasındaki bağı büyük ölçüde basın kuracak. Demek ki, basın özgürlüğü olacak. Bunlar varsa, ancak demokrasi söz konusu olabilir. Ama bu da yetmez. Herkes, herhangi bir siyasi partinin önerilerini uygun bulmak zorunda değil. Yurttaşlar, kendileri de siyasete katkıda bulunmak isteyebilirler, görüşlerini ifade etmek isteyebilirler, karşı çıkmak isteyebilirler. O zaman toplantı, örgütlenme, gösteri hakkı mutlak surette demokrasinin olmazsa olmaz koşulları olarak karşımıza çıkar." "AKILLI SİYASETÇİ BUNDAN DERS, ÖNLEM ALIR"
Seçimlerdeki yüzde 10 barajına da değinen Üskül,  "Yüzde 10 barajı Türkiye'de istikrarı sağlama amacına yönelik olmaktan çıkmıştır. Daha güçlü iktidarı sağlama amacı yönünde kullanılır bir hale gelmiştir. Demek ki, seçimde adalet, istikrar adına feda edilmektedir. Seçim adaleti mutlak suretle sağlanmalıdır" diye konuştu.
Üskül, Türkiye'de bir takım insanların, ülkeleri için kafa yorduklarını belirterek, "Ülke nereye gidiyor, sorunlar var mı? Bunların çözümü nedir? Bunları değerlendiriyor ve açıklıyorlar. Bu entelektüel bir faaliyettir. Entelektüeller, olumsuz gelişmeler konusunda siyasi iktidarları uyarırlar; 'Türkiye felakete gidiyor', felakete gitmiyor da, 'Kötü gidiyor'. Akıllı siyasetçi bundan ders, önlem alır ve sonuç olarak entelektüel mahcup olur, çünkü onun öngörüleri yerine gelmez. Öngörülerimin yanlış çıkması umuduyla ve pişman olabilmek umuduyla söylüyorum bunu; demokratikleşmede geldiğimiz noktayı sordunuz bana. Demokratikleşmede geldiğimiz nokta, biçimsel olarak var olan demokrasinin bile yok edilmek üzere olduğu noktadır" dedi. "TÜSİAD'LA BARIŞMAYA GELDİM"
Ortaylı ve Üskül'ün konuşmalarının ardından, soru sormak için söz alan İshak Alaton kürsüye çıkarak bir konuşma yaptı. Prof. Dr. Bülent Tanör'ü anma kararı alan TÜSİAD yönetimini kutladığını ve Genel Kurul'a davet edildiğinde büyük mutluluk duyduğunu ifade eden Alaton, "Nihayet TÜSİAD epey geç de olsa uyanmaya başladı diye düşündüm. 17 yıl boyunca TÜSİAD'dan uzak durdum, toplantılarına gitmedim, bugün boykotumu noktalamaya karar verdim. TÜSİAD'la barışmaya geldim" dedi.
Alaton, 17 yıl boyunca TÜSİAD'la ilgili içinde yaşadığı fırtınaları aktarmak istediğini dile getiren Alaton, "Tesadüf ki, tam 17 yıl önce, 23 Ocak 1997 günü yine bu salonda Prof. Dr. Bülent Tanör'ün 'Demokratikleşme Perspektifleri' başlıklı raporunun hazır olduğu bilgi olarak kürsüden verildi. Rapor da nüsha olarak toplantı sonunda üyelere dağıtılmak üzere dışarıda bekletiliyordu. Ben heyecan içindeyim. Çünkü 6 ay boyunca bu raporu hazırladık" diye konuştu. ÜYELER, "ALATON" DEDİ
Bu sırada, Genel Kurul'un Divan Başkanı Hüsnü Özyeğin, Alaton'un sözünü keserek, kendisine soru sormak için söz verdiğini ancak onun konuşma yaptığını söyledi. Bunun üzerine Alaton da "Bunu reddederim. Çünkü Bülent Tanör'ü anmak için iki profesörü davet ettiniz. Ben de aradan 17 yıl geçtikten sonra sizlerle tekrar beraber olduğum için kusura bakmayın bana bu zamanı tanıyın" karşılığını verdi. Hüsnü Özyeğin, bunun üzerine, İshak Alaton'un konuşmasına kaldığı yerden devam edip etmemesini ve konuşmasını toplantının sonundaki dilek ve temenniler bölümünde yapıp yapmamasını TÜSİAD üyelerinin oylamasına sundu. Yapılan oylamada üyeler, Alaton'un konuşmasına devam etmesi yönünde görüş bildirince İshak Alaton yeniden kürsüye çıktı. "RAPORA İTİRAZ EDENLERİN HİÇBİRİ RAPORU OKUMAMIŞTI"
İshak Alaton, 1997 yılında söz konusu raporun TÜSİAD tarafından reddedildiğini söyleyerek, "TÜSİAD tarihinde ilk defa yönetim kurulunun ibra edilmediği utancını yaşadım. Şöyle oldu 1997'deki sahne; önce bir iki müspet katkı oldu rapor ilan edilince. Sedat Aloğlu ve Cüneyt Zapsu'yu hatırlıyorum. Hatta Sakıp Sabancı da müspet konuştu. Sonra birden hava değişti. Çoğunlukla yaşlı kuşak arka arkaya rapor aleyhinde konuştu. Eleştiri dozu her yeni söz alanda gittikçe yükseldi ve son söz alanlar raporu sipariş eden yönetim kurulunu düpedüz suçladı. 'Bizim demokrasi arayışıyla işimiz yok' dediler, 'Bizim işimiz para kazanmak' demeye getirdiler. Yönetim kurulu iyice bunaldı, ağır toplar iyice bastırdı. 'Rapor dağıtılmadan reddedilsin' teklifi geldi, teklif kabul edildi ve rapor dağıtılmadan arşive kaldırıldı. Rapora itiraz edenlerin hiçbiri raporu okumamıştı. Sadece başlığına bakarak reddedilmesini istediler ve başardılar. TÜSİAD tarihinde ilk ve tek defa ibra edilmeme utancını o gün yaşadık ve bugün bu utancı yaşamaya devam ediyorum" dedi. "UMUDUMU YİTİRMEDİM, SABIRLA BEKLEDİM"
Söz konusu olayın 23 Ocak 1997 günü yaşandığını, olaydan sonraki gün gazetelerde "TÜSİAD demokrasi istemiyor" haberinin yer aldığını anlatan Alaton, "Aradan sadece 36 gün geçtikten sonra 28 Şubat 1997'de askerin darbesi geldi. Şimdi sizlere soruyorum; Genelkurmay bu darbe adımını kaleme alırken TÜSİAD'ın bir ay önce yaktığı yeşil ışığın bu darbeye katkısı ne kadardır? Bu soru hep aklımda" diye konuştu. Alaton, o günden sonra TÜSİAD'ın umutsuz bir vaka olduğuna inandığını belirterek, "Toplumdan kopmuş, fildişi kulede yaşayan bu insanlarla ben bir arada olamam dedim ve TÜSİAD toplantılarına katılmaktan vazgeçip boykot ettim. Ancak üyelikten istifa etmedim, umudumu yitirmedim, sabırla bekledim. 'Er ya da geç bir gün TÜSİAD uyanacak ve ben o gün mutluluğumu TÜSİAD'da dile getireceğim' diye düşündüm. İşte o gün bugün, TÜSİAD uyandı, demokrasi TÜSİAD'a geldi" diye konuştu.
Alaton, 2010 yılında anayasa değişikliği referandumunda zamanın TÜSİAD yönetiminin iki profesöre anayasa değişikliğinin demokrasiye katkılarını özetleyen bir rapor hazırlattığını aktararak, "Bu raporu genel kuruldaki üyelere detaylarıyla anlattılar. Üyelerden Cem Boyner söz istedi. Yönetim kurulunun gözlerinin içine bakarak 'Bu raporun arkasında duracak mısınız?' diye sordu. Yani daha önceki utancı hatırlattı bizlere. 'Hocalara rapor hazırlatıp demokrasi yanlısı görünmek mi, yoksa samimi olarak demokrasiyi savunmak mı?', bunu sordu Cem Boyner. Şüphe içeren sorusunda haklı olduğu ne yazık ki, 3 gün sonra anlaşıldı. Çünkü 3 gün sonra TÜSİAD Yönetim Kurulu bir basın bülteni yayımlayarak, 'Bu rapor bizleri bağlamaz, raporu yazan iki profesörün şahsi görüşlerini yansıtıyor' dediler. Raporun kabında TÜSİAD logosu varken raporu sahiplenmediler" dedi. "DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY DEĞİŞİMİN KENDİSİDİR"
Alaton, konuşmasını tamamlayarak, kürsüden inince TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz, Alaton'a sarıldı ve söz almak için kürsüye yöneldi. Yılmaz, kürsüye yöneldiği sırada Alaton'a "Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" diyerek gülümsedi. Yılmaz, kürsüde şunları söyledi: "Genel Kurul konuşmamın içerisinde bu rapor, bu konu vardı. Bir yanlış yapmamak amacıyla inceleme ihtiyacı hissetmiştim. Kurumdan bu raporun kabulüyle ilgili bir sıkıntı olup olmadığını araştırdım. 1997 yılında tüm tartışmalara rağmen bu rapor kabul edilmiştir; kayıtlarda var olan, bana intikal eden bilgi budur. Ayrıca o günden beri, hatta daha geçmişinden beri demokratikleşme meselesi çalışılmaktadır. Aslına bakılırsa, 43 yıl önce TÜSİAD kurulurken ekonomik faaliyetin sürdürülebilirliğinin, çağdaş bir dünyanın üyesi olabilmenin demokratikleşmeye bağlı olduğunu zaten kurucular, o günden beri emek verenler görmüşler ve söylemişlerdi. Onların hazırladığı ortamda da 20 yıldır bu konu çalışıyor. Ayrıca bu raporu daha sonra güncelleyen Sayın Zafer Üskül Hoca da aramızda. Rapor kabul edilmiştir. TÜSİAD rapora her zaman sahip çıkmıştır. Gerekli güncellemeyi de Sayın Hocamız yapmıştır." "TÜSİAD'I KÜÇÜLTECEK SÖZLER SÖYLEYEMEZSİN"
Muharrem Yılmaz'dan sonra söz alan Mehmet Şuhubi de Alaton'a cevaben, "Bu hadiselerin bizatihi içinde olan bir insan olarak bazı hakikatleri anlatmak isterim. Bülent Tanör ve arkadaşlarına bir anayasa taslağı hazırlanması için bir vazife verildikten sonra hadise Genel Kurul'a geldi. Genel Kurul'da Divan Başkanı Aydın Bolak, ben de onun başkan yardımcısıydım. Aydın Bolak 'Ben bu çalışmayı katiyen ibra etmem' dedi. Bunun üzerine ben de 'Siz başkan olarak bunu bu şekilde söyleyemezsiniz' dedim. Bana çok kızdı. Neden ibra edilmemesi gerektiğini uzun uzun anlattı. Ben söz aldım ve görüşlerimi arz ettim. 'Bu çalışma emek sarf edilmiş bir çalışmadır. Hepimizin ayrı düşünceleri olduğu kabul edilebilir. Benim de farklı görüşlerim olmasına rağmen bu hazırlığı sonuna kadar destekliyorum' dedim. O sırada, merhum olan bir arkadaş 'Bu kabul edilirse ben istifa ederim' dedi. Toplantıdan sonra yönetim kurulunda bir karar alındı; bu anayasa hazırlığının doğru olup olmadığının birkaç profesörle tartışılması istendi. O gün orada bazı tartışmalar devam ederken ortaya ciddi tenkiti mucip bir şey çıkmadı. Ondan sonra da bunun kendiliğinden bir kabul haline geldiği görüşüldü. TÜSİAD, kolay kolay küsülüp vazgeçilecek, oyuncak gibi kullanılacak bir kurum değildir. TÜSİAD'ı küçültecek sözler söyleyemezsin. Ben seni severim ama bu husustaki konuşmalarını da kabul etmem" dedi.