Dün Batı'da uyum sorunu yaşayan genç Müslümanların terörizme giden yolculuğunu incelemeye başlamıştık. Ortaya çıkan radikalleşme reçetesinin en önemli unsurlarından birini, Avrupa şehirlerinin yerel camilerinde, İslam'ın Selefi cihatçı yüzünü tondan radikal imamlar olarak tespit etmiştik. Şimdi zamanda biraz geriye gidelim. Yaşa­yan en ünlü Ortadoğu tarihçisi kabul edilen Bernard Lewis, Mekke ve Medine'ye sahip olmanın verdiği itibar ve muazzam petrol gelirlerinin, Suudi Arabis­tan'ın kendi İslam anlayışını Müslüman dünyaya yay­masını mümkün kıldığını anlatır.

Krallığı 1964-1975 yıllan arasında yöneten Kral Faysal, modern Suudi diplomasinin mimarı olarak biliniyor. Faysal döne­minde Suudi Arabistan, eski ABD başkanlarından Bill Clinton'a dış politika danışmanı Bruce Riedel'in deyimiyle 'Krallığın İslam anlayışı olan Vehhabiliği dünyaya agresif bir biçimde ihraç etmeye başladı".

ADVERTISING

Bugün Belçika'dan Pakistan'a, Bangladeş'ten Kaf­kaslar'a, Nijerya'dan Somali'ye dünyanın dört bir yanına yayılmıs sayısız medresede Islam dini Suudi Arabistan'da yaşandığı gibi öğretiliyor. Selefiliğin içinden evrilen ve katı bir İslam yorumu olan Vehhabiliğin bu denli yoğun öğretilmesi, cihatçı nesillerin ortaya çıkmasında en önemli etkenlerden biri kabul ediliyor.

Vehhabiliğin terörizmi övdüğünü söylemek söz konusu olamaz. Keza Selefi cihatçı terörün en çok zarar verdiği ülkelerden biri, yıllarca El Kaide ile savaştıktan sonra şimdi de DAEŞ tehlikesiyle karşı karşıya olan Suudi Arabistan. Ancak bu medreselerin bazılarında radikal imam­lann şiddeti öven, Batı karşıtı ve anti-semitist oğre­tilerinin kendilerine yer bulduğu bir gerçek. Katı bir dini yorumla yetistirilenlerin de radikal söylemleri benimsemeye daha açık olmalan sürpriz değil. 1967 yılında Kral Faysal tarafından kurulan, Avru­pa'nın en büyük camisi ve Islam eğitim merkezi olan Brüksel'deki Büyük Camii de Vehhabi etkisine en önemli örneklerden. Belçika İslam ve Kültür Merkezi yöneticileri, lanetleseler ve radikalizmle ara­larına mesafe koysalar da merkez birçok Belçikalı radikalizmin bu denli yayılmasının ana sebebi olarak görülüyor. 2012 yılında cami direktörü Khalid Alab­Wein `tekfirci, anti semitist ve Batı karşıtı söylemlerinden rahatsızlık duyulduğu için Belçika hükümeti tarafından Suudi Arabistan'a şikâyette bulunuldu.

`SELF SERVİS TERÖR'

Radikal imamlar yalnızca Belçika'da yok. ingiliz asker Lee Rigby'yi 2012 yılında Londra'da öldüren Michael Adebolajo ve Michael Adebowale, Cihatçı John olarak bilinen Muhammed Emwazi aynı camiy gidiyorlardı. Caminin imamı 2006 tarihli bir kayıtta öğrencilere 'Filistin'e giderek Siyonistlerle savaş­malannı' öğütlüyordu, daha sonra bu kayıtlan yalan­ladı. Paris saldınlanna katılanlann ciddi bir kısmının da Fransa'daki yerel camilerde radikal­leştikleri tahmin ediliyor. Günümüzde tekfirci imamların etkisinde kalma­dan da radikallesmek mümkün.

DAEŞ terör örgütünün internet ve sosyal medyayı kullanmadaki etkinliği, dünyanın her yerinden birçok gencin bilgisayarlannın başından kalkma­dan radikalleşmelerine olanak sağlı­yor. The Economist Dergisi buna 'self servis terör' diyor. Facebook ve Twit­ter üzerinden 'devşirilen', sırt çantalarını alıp ucuz uçak biletleriyle 'cihat'a giden çocuk yaşta sayılabilecek savasçılar realitesiyle karşı karşıyayız. Sosyal medya 'cihata çağrıda ne kadar efektif olsa da Avrupa'nın en azılı teröristlerinin radikalleş­tiği adres hâlâ hapishaneler. İngiliz The Economist Dergisi'nde yayımlanan bir makale, bir bireyin terör giden yolculuğunu şöyle tanımlıyordu: "Küçük vr öfkeli hayatları, güçlü hayatlara çevirme yolculuğu" Bu yolculuğa en büyük katkıda bulunan adreslerin başında hapishaneler geliyor. Avrupa'da son yıllarda Müslüman hükümlülerin sayılarının rekor düzeye çıkması, terör örgütleri için bulunmaz bir insan potansiyeline işaret ediyor. Müslümanlar Fransa'nın toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 7'sini oluşturur­ken, hapishane nüfusunun yüzde 70'ini teşkil ediyor.

`SUÇLULAR İÇİN EN İYİ OKUL HAPİSHANELER'

Hiciv gazetesi Charlie Hebdo'ya saldın düzenle­yenlerden biri olan Serif Kouachi'nin, 2005 yılında Paris'te hapse girerken cihatçı gruplarla bağlantılı olduğu biliniyor. Ancak 1 yıl geçirdiği hapiste daha azilıradikallerle tanışmış. Geçirdiği süreye de takı­lacak olursa rehabilite edilmek yerine cihatçı Sele­filik üzerine yüksek lisans yapmış gibi görünüyor. Hapiste tanıştığı, silahlı soygıından içeri giren, burada radikallesen ve Charlie Hebdo saldırılarından birkaç gün sonra bir kadın polis memurunu, ardından da bir süpermarkette rehin aldığı 4 kişiyi öldüren Amedy Coulibaly, 'hapishanenin suçlular için en iyi okul oldu­ğunu' söylüyor. Ikisi de aynı cezaevinde yatmışlar ve burada tanıştıkları El Kaide militanı, Abu Hamza lakaplı Djamel Beghal'in etkisinde kalmışlar. 2012 yılında Fransa'da 3 silahsız askeri, bir babamı ve 3 küçük çocuğu öldüren Mohamed Merah ise daha önce başka bir suçtan Toulouse kentinde hapis yatarken 'ilahi bir aydınlanma' yaşadığını anlatıyor. 2013 yılında Brüksel'deki Manevi müzesinde 4 kişiyi katleden Mehdi Nemmouche'nin de radikalleşmesinin kökeninde hapiste geçirdiği yıllar var. Paris saldırılarının beyni Abdelhamid Abaaoud ile terörist grubun üyelerinden Salah Abdeslam ise hapishane arkadaşları. 2010 yılında silahlı soygun suçundan hapishaneye girmeleri, hayatlarını değistiriyor. Abaaoud'un babası, oğlunun hapishane çıkışı radikalliğe dair belirtiler gösterdiğini anlatıyor. Abaaoud daha sonra Suriye'ye giderek DAEŞ'e katılıyor. Radikalleşenlerin tamamına yakını adi suçlardan hapse giriyor ve içeride radikalle­şiyor. Yani hapse girmeden önce birçoğunun terörle herhangi bir bağları yok. Bu da Fransız hapishaneleri­nin 'cihatçı fabrikası' lakabını neden aldığını açıklıyor. The Ekonomist Dergisi'ne konuşan Fransız bir sosyo­log, Avrupa'da birçok Müslümanın çok kısıtlı din bilgileriyle hapse geldiğini söylüyor.

`BU HAPİSHANE OLMASA DAEŞ OLMAZDI'

Cihatçı fabrikasına dönüşmüş hapishaneler sadece Batı ülkelerinde yer almıyor. Irak'ın işgalinden sonra ülkenin güneyinde kurulan Bucca Kampı, 'cihatçı üniversitesi' olarak anılıyordu. Hapishane, DAEŞ terör örgütünün doğduğu yer olarak biliniyor. Örgütün yönetim kademesinde bulunan Abu Ahmed lakaplı savaşçı, Guardian Gazetesine 'bu hapishane olmasa DAEŞ diye bir şey olmayacağını' anlatıyor

"Çoğumuz içeride tanıştık. Ne Bağdat'ta ne de başka bir yerde hepimizin bu şekilde bir araya gelebilmesi imkânsızdı. Burada hem güvende hem de El Kaide'nin lider kadrolarından sadece birkaç yüz metre uzaktaydık."

Daha sonra DAEŞ lideri olacak Ebubekir el-Bagdadi ile de burada tanışıyorlar. "Gözlerinin önünde olanı fark edemediler. Irak'ta Amerikan hapishanesi olmasaydı, DAEŞ de olmazdı. Bucca bir fabrikaydı. Ide­olojimizi orada geliştirdik. Bizi biz yapan orasıdır."

Abu Ahmed, Bucca'nın 'cihatçı eliti' için tam bir plan­lama ve strateji merkezi görevi gördüğünü anlatıyor "Kusursuz bir ortam bulmuştuk. Oturup düşünecek, konuşacak, plan yapacak o kadar çok vaktimiz vardı ki. Bütün emirler daimi temas halindeydi. Beraber hapis yattıgımız için birbirimizle çok yakın olmuştuk. Kim ne yapabilir, ne konuda yeteneklidir, bunların hepsini görebiliyorduk. Hapisten çıktığımızda bir araya gelmek konusunda anlaştık. Birbirimizle ilgili detayları çamaşırlanrnıza yazıyorduk. Telefon numaralanmız, hangi köyde yaşadığımız. Dışarı çıkınca buluşmamız çok kolay oldu. 2009'a geldiğimizde hepimiz yakalanmadan önceki işlerimize dönmüştük. Ve bu sefer çok daha iyiydik." Irak hükümetine DAEŞ ile mücadele konusunda danışmanlık yapan Hişam el-Haşimi, geçen yıl açıklanan rakamlara göre örgütün 25 önemli liderinden 17'sinin 2004 ile 2011 arasında ABD'deki hapishanelerde yattığını belirtiyor. Hapishanelerin radikalleşmeye katkısı sadece yatanlaria da sınırlı değil. Özellikle Ebu Gareib Hapishanesi'ndeki işkence ve insanlıkla bağdaşmayacak uygulamaların ortaya çıkması ve Guantanamo Hapishanesi'nin olumsuz imajı, birçok Iraklıda Amerikan ve Batı karşıtlığının tavan yapmasına yol açtı.