Geçen hafta Avrupa Konseyi toplantısında Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile tam üyelik müzakerelerinin başlatılması kararı alındı. Kovid-19 pandemisi nedeniyle video konferans şeklinde gerçekleşen toplantıda, AB dışişleri bakanları, Birliğin Batı Balkanlara genişlemesi hususunda görüş birliğine vardılar. Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Oliver Varhelyi, toplantının ardından yaptığı açıklamada, “AB üyesi ülkelerin Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile tam üyelik müzakerelerinin açılması konusunda siyasi anlaşmaya varmış olmalarını duyurmaktan mutluyum” ifadesini kullandı. Varhelyi bu kararın aynı zamanda Batı Balkan devletlerine açık mesaj niteliği taşıdığını ve bölgedeki ülkelerin gelecekte tamamen “AB içerisine alınacağını” söyledi.

Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı, AB’nin Batı Balkanlarda nüfuzunun artacağı anlamına geliyor. Ancak bu durum, bölgenin tamamen AB’nin nüfuz alanına girmesi demek değil. Zira Balkanlar yaklaşık 20 yıldır büyük güçlerin arasında bir tampon bölge görünümü vermekte. Batı Balkanlarda ABD’nin etkisinin güçlü olduğu ülkeler Kosova, Bosna Hersek ve Kuzey Makedonya olarak sıralanıyor.

AB dışişleri bakanlarının kararı Üsküp ve Tiran’da sevinçle karşılandı ve aralarında Türkiye ile ABD’nin de yer aldığı ülkeler karardan memnuniyet duyduklarını belirterek destek mesajı yayınladılar. AB dışişleri bakanları toplantısında Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile müzakerelerin başlatılması kararının alınması kolay olmadı. Fransa, Hollanda ve Danimarka’nın toplantının başında beyan ettiği eleştiriler uzun görüşmelerin ardından aşılabildi ve anılan ülkeler müzakerelerin açılmasına örtülü biçimde onay verdiler.

Batı Balkan ülkelerinin AB ile ilişkileri

AB dışişleri bakanlarının Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile müzakerelere yeşil ışık yakması, Birliğin Batı Balkanlar hakkında 2003 yılında kabul ettiği genel stratejiyle örtüşüyor. AB’nin 2003 yılındaki Selanik zirvesinde, Batı Balkanların Avrupa’nın bir parçasını olduğu bildirilmiş ve bu bölgede bulunan devletlerin Kopenhag kriterlerini yerine getirmeleri koşuluna bağlı olarak tedricen AB’ye alınması karara bağlanmıştı.

Batı Balkan devletleri, Slovenya dışında kalan eski Yugoslavya ardılı devletleri ve Arnavutluk’u içeriyor. Tek tek sıralamak gerekirse, Batı Balkan devletleri Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Kuzey Makedonya, Karadağ, Arnavutluk ve Kosova’dan oluşmaktadır. Bu devletlerden Hırvatistan, Türkiye ile aynı tarihte tam üyelik müzakerelerine başlamış ve 2013 yılında AB’ye tam üye olarak katılmıştı. Sırbistan ve Karadağ ise halen tam üyelik müzakerelerine devam eden ülke statüsünde. 1991 yılında Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti adıyla bağımsızlık ilan eden Makedonya’nın AB ile yakın ilişki kurmasını engelleyen ülke ise Yunanistan’dı. Atina yönetimi, aynı isimli eyaleti bulunduğunu öne sürerek, Makedonya yerine Üsküp Cumhuriyeti adını kullanıyordu. Yunanistan’ın isim sorunu nedeniyle AB ile ilişkilerinde ilerlemesini engellediği Makedonya, Yunanistan’ın engellemelerini aşmak amacıyla yürütülen çabalar çerçevesinde, Prespa Anlaşması ile ülkenin adını “Kuzey Makedonya” olarak değiştirdi ve bu husus referandumla da tescil edildi. Batı Balkanlarda AB ile ilişkilerinde ilerleme sağlanamayan ülkeler ise Bosna-Hersek Cumhuriyeti ve Kosova.

Bosna-Hersek ve Kosova’nın AB yolculuğunun önündeki engeller

Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin AB ve NATO ile ilişkilerinde ilerleme sağlamasını Dayton Anlaşması engellemektedir. Bosna-Hersek iç savaşına son veren 1995 tarihli Dayton Anlaşması’nda, ülkenin idari yapısı Boşnak Hırvat Federasyonu ve Bosna Sırp Cumhuriyeti adlı iki entiteye dayandırılmış, ülkenin anayasası da aynı anlaşmayla belirlenmişti. Dayton Anlaşması ve mevcut Bosna anayasasına göre, Bosna-Hersek devletinin uluslararası bir taahhüt altına girmesi, her iki entitenin de muvafakatini gerektiriyor. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, Bosna- Hersek devletinin dış politikada herhangi bir konuda inisiyatif kullanması için Bosna Sırp Cumhuriyetinin rızası gerekiyor. Yönetiminde aşırı eğilimli Sırp milliyetçilerinin bulunduğu Bosna Sırp Cumhuriyeti, kendini Bosna-Hersek’in bir parçası olarak kabul etmemekte ve üzerinde bulunduğu coğrafyanın Sırbistan tarafından ilhak edilmesi görüşünü savunmaktadır. Balkanların gerçekleriyle örtüşmeyen, saldırganca toprak almayı amaçlayan (irredantist) bu düşünce, 2014 yılından beri AB ile müzakere yürüten Sırbistan yönetimi tarafından desteklenmiyor. Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin yöneticileri ise bu durumu “anavatanın kendilerini satması” şeklinde yorumladılar. Günümüzde Bosna Sırp Cumhuriyeti, Bosna-Hersek devletinin hem AB ile ilişkilerini menfi yönde etkilemekte hem de bu ülkenin NATO’ya katılımına karşı çıkmaktadır. Dayton Anlaşması revize edilmediği sürece, Bosna-Hersek’in Avrupa/Atlantik merkezli uluslararası örgütlerle ilişkilerinde ilerleme sağlanması mümkün görünmüyor.

Batı Balkanlarda bir nevi tecrit yaşayan bir başka ülke ise Kosova Cumhuriyeti. Eski Yugoslavya’nın özerk bölgelerinden biri olan Kosova, 2008 yılında Martti Ahtisaari Planı ile bağımsızlık ilan etmişti. Dünyada bulunan 194 devletin 116’sı Kosova’yı tanıyor. Ahtisaari Planı’nda bağımsızlık için üç koşul ileri sürülmüştü. Bunlardan ilki, Kosova’da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Arnavutlara Sırbistan yönetiminin etnik temizlik uyguladığı ve bu nedenle 1999 Mart ayında NATO operasyonu yapıldığı görüşünü esas almaktadır. Bu seçenek, Kosova’nın Sırbistan’a bağlı kalmasını hayatın gerçekleriyle örtüşmez şeklinde tanımlamıştır. İkinci koşul, Kosova’nın bölünmemesini öngörmüştür. Zira günümüzde Kosova Cumhuriyetinin içerisinde bulunan Mitroviça bölgesinde nüfusun çoğunluğu Sırplardan oluşmaktadır. Anlaşma Mitroviça Sırplarının ayrılıkçı taleplerini engellemiştir. Üçüncü koşul ise bağımsız Kosova Cumhuriyeti’nin bir başka devletle birleşmesini yasaklamaktadır. Buna göre Kosova Cumhuriyetinin gelecekte Arnavutluk veya Makedonya’nın Arnavut bölgesiyle birleşmesi engellenmektedir.

Kosova Cumhuriyeti’nin en büyük handikaplarından biri, bağımsızlık kararının tartışmalı olmasıdır. Rusya ve Çin başta olmak üzere bazı devletler Kosova’nın bağımsızlığına muhalefet etmişler ve egemen bir devletin bir bölgesinde yaşayan azınlığın kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde ayrılmasının uluslararası hukukla bağdaşmaz olduğunu iddia etmişlerdir. Etnik soykırım türevi uygulamalar her ne kadar ayrılma eğilimlerine meşruiyet sağlamakta ise de Kosova’nın bağımsızlığı birçok ülke tarafından ihtiyatla karşılanmıştır. Kosova Cumhuriyeti Rusya ve Çin engeli nedeniyle Birleşmiş Milletler (BM) teşkilatına üye olamamıştır. Bu durum Kosova Cumhuriyeti’nin AB ile yakın ilişki kurmasını ve adaylık ilişkilerini de olumsuz yönde etkiledi. AB’nin 27 ülkesinden 5’i Kosova’yı tanımıyor. Bunlar Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan, İspanya, Slovakya ve Romanya’dır. Bu ülkelerin Kosova Cumhuriyeti’ne karşı mesafeli davranmalarının nedeni, benzeri sorunların kendilerini de etkileyeceği kaygısıdır. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Kosova’nın KKTC için model olmasından çekinmektedir. Slovakya ülkedeki Macar azınlığın ayrılıkçı talepleri, Romanya ise Moldovya’nın içindeki ayrılıkçı Rus azınlığın kurduğu ve sadece Putin yönetiminin tanıdığı Transdinyester Rus Cumhuriyeti nedeniyle Kosova’yı tanımamaktadır. İspanya’nın çekinceleri ise esas itibariyle Bask ve Katalan ayrılıkçılarının taleplerine meşruiyet kazandırmama çabasına dayanmaktadır. Netice olarak AB’nin 27 ülkesinden 5’i tarafından tanınmadığı için, Kosova’nın AB ile ilişkilerinde ilerleme sağlanamamaktadır.

Müzakerelerin başlama tarihini devlet ve hükümet başkanları belirleyecek

AB dışişleri bakanlarının Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile tam üyelik müzakerelerinin başlamasına yeşil ışık yakmasının, anılan ülkeler bakımından çok önemli bir aşama veya dönüm noktası olduğuna kuşku yok. Zira her iki ülke de uzun bir süreden beri müzakerelerin başlamasını bekliyordu. 2019 Ekim ayındaki Avrupa Konseyi zirvesinde Fransa, AB’nin derin sorunlarını gerekçe göstererek müzakerelerin başlamasını veto etmişti. Bu vetonun ardından AB’nin Batı Balkanlarda güvenilirliği tartışması başlamıştı. Kovid-19 salgınının tüm dünya gündemini işgal ettiği bir dönemde bu kararın alınması, Batı Balkanlar için iyi bir haber olarak kabul edilmeli. Özellikle 2005 yılından beri AB üyeliğine hazırlanan Makedonya için, bu haber yeni bir dönemin başladığına işaret ediyor.

Aynı şekilde, tüm bir soğuk savaş boyunca dünyadan tecrit edilmiş bir hayat süren Arnavutluk için de bu karar Avrupa ailesine kabul edilme anlamı taşıyor. Önümüzdeki aylarda anılan ülkelerle AB arasında müzakerelerin başlamasına zemin teşkil edecek idari işlemlerin tamamlanması bekleniyor. Tam üyelik müzakerelerinin başlaması, bir başka açıdan Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın Kopenhag kriterlerini yerine getirdikleri anlamına gelmektedir. 1993 Haziran ayında Kopenhag’da toplanan Avrupa Konseyi zirvesinde kesinlik kazanan kriterler aday ülkelerin demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, azınlıklar ve azınlık hakları konusunda Avrupa standartlarını yakalamasını öngörmekte. Eski Varşova Paktı, eski SSCB ve eski Yugoslavya ardılı ülkelerin Batı demokrasilerine ulaşmaları için yerine getirmeleri gereken asgari yükümlülükleri ihtiva eden kriterlere, zaman içinde yeni bir ilave daha yapılmıştır. O da AB’nin yeni bir üye için kendini hazır hissetmesi, bir başka ifadeyle “hazmetme” kapasitesidir.

Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın AB ile bundan sonra ilişkilerinin nasıl bir seyir takip edeceği, büyük ölçüde Müzakere Çerçeve Belgesi’ne göre şekillenecek. Müzakerelerin başlangıcında AB tarafının kabul edip aday ülke önüne koyduğu belgede, tam üyelik müzakerelerinin nasıl yürütüleceği, istisna ve geçiş sürelerine ilişkin hükümler yer alıyor. Anılan ülkelerle müzakerelerin hangi tarihte başlayacağına ise devlet ve hükümet başkanlarından oluşan Avrupa Konseyi karar verecek.

Batı Balkanlarda nüfuz mücadelesi devam ediyor

Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı, AB’nin Batı Balkanlarda nüfuzunun artacağı anlamına geliyor. Ancak bu durum, bölgenin tamamen AB’nin nüfuz alanına girmesi demek değil. Zira Balkanlar yaklaşık 20 yıldır büyük güçlerin arasında bir tampon bölge görünümü vermekte. Batı Balkanlarda ABD’nin etkisinin güçlü olduğu ülkeler Kosova, Bosna Hersek ve Kuzey Makedonya olarak sıralanıyor. ABD’nin Kosova’da NATO müdahalesi döneminden kalan büyük bir üssü bulunuyor. Arnavutların büyük çoğunluğu eski ABD Başkanı Clinton’ı kendilerine sağladığı destek nedeniyle minnetle anmaktalar. Başkent Priştine’nin en büyük iki caddesinden birinin adı Clinton caddesi. Makedonya’daki ABD etkisi de benzer bir sebebe dayanmakta. 1991 Kasım ayında ABD, Makedonya’ya 2 bin deniz piyadesini “Çatışma Önleme Gücü” adı altında yerleştirme kararı almış, bu sebeple Miloseviç idaresindeki Sırbistan bu ülkenin bağımsızlığına karşı güç kullanamamıştı. Bosna Hersek’te ise üç buçuk yıl süren iç savaşa son veren aktör ABD olmuş, 1995 yılında Dayton Barış Anlaşması ABD’nin baskısı sonucu imzalanmıştı. Avrupa’nın ortasında kan gövdeyi götürürken AB ülkelerinin hareketsiz ve eylemsiz tutumlarına karşılık ABD’nin inisiyatif kullanması, Bosna-Hersek kamuoyundaki ABD sempatisini güçlendirmişti.

Batı Balkanlar üzerinde nüfuz tesis eden ikinci güç ise Rusya’dır. Bosna-Hersek ve Kosova savaşlarında Sırbistan’ı destekleyen Rusya, günümüzde bölge üzerindeki nüfuzunu etnisite, din ve enerji temelli olarak devam ettirme çabasında. Rusya Balkanlarda kimi zaman Slav dayanışmasını gündeme getirmekte, bölgede yaşayanların büyük çoğunluğunun Slavların güney koluna mensup olduklarını ve Rusya’nın da Slavların babası olduğunu öne sürmektedir. İkinci olarak, Rusya Balkanlardaki Ortodoks halkların merkezi olma iddiasındadır. Bölgedeki halklara Rus Ortodoks Kilisesi’ni otorite olarak kabul etmeleri önerilmektedir. Rusya’nın kullandığı üçüncü araç ise enerjidir. Balkan devletlerinin büyük bölümü enerji ihtiyacını Rusya kökenli doğalgazla gidermektedir. Rosneft ve Lukoil gibi Rusya kökenli petrol şirketlerinin Balkan enerji piyasasındaki ağırlığı da günden güne artmaktadır. Bununla birlikte Rusya Sırbistan’ın AB ile müzakerelere başlamasını engelleyememiş, doğalgaz boru hattını Bulgaristan üzerinden geçirmekte başarı sağlayamamıştır. 2004 yılında Bulgaristan, Romanya, 2009 yılında Arnavutluk ve Hırvatistan, 2017 yılında Karadağ ve 27 Mart 2020’de ise Kuzey Makedonya, Rusya’nın engelleme çabalarına rağmen NATO’ya katılmıştır.

Balkanlarda yumuşak güç unsurlarını etkin biçimde kullanarak nüfuzunu genişleten bir başka aktör de Türkiye’dir. Balkanlarda Türkiye’nin işbirliği yaptığı ülkeler 1990’ların başında Bosna-Hersek, Arnavutluk ve Makedonya ile sınırlıyken, günümüzde tüm balkan ülkelerini içine alacak şekilde genişlemiştir. 1990’lı yıllarda Türkiye’nin ilişkilerinin iyi olmadığı Sırbistan ve Karadağ gibi ülkelerde de Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) faaliyetleri büyük başarıyla devam etmektedir. Bölgede Türkiye’nin rakipleri karşısında elini güçlendiren temel faktörler, tarihi ve kültürel bağlara ilave olarak Türkiye’nin ekonomik dinamizmidir. Balkanların batı bölümünün 200 yıl, doğu bölümünün 400 yıl Osmanlı hakimiyeti altında kalması, bölgede Türkiye’nin nüfuzunun devamlılığına zemin teşkil etmektedir.

Netice olarak, günümüzde Batı Balkanlar üzerindeki nüfuz mücadelesi tüm hızıyla devam ediyor. Mevcut koşullarda, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile tam üyelik müzakerelerini başlatma kararı alan AB’nin rakipleri karşısında avantaj yakaladığı ve onları geride bıraktığı söylenebilir. AB’yi avantajlı kılan bir başka husus da Yunanistan, Slovenya ve Hırvatistan gibi ülkelerin AB’ye üye olması, Sırbistan ve Karadağ’ın katılım müzakerelerinin devam etmesidir.

[Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger Kocaeli Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanıdır]

Kaynak:AA