Altmışlar yetmişler diyelim… Haccın otobüslerle yapıldığı yıllar…
İstanbul’dan yola çıkan hacı adayları Eyyûb Sultan’dan başlar. Bursa’da Emir Sultan, Bolu’da Hayreddin-i Tokadî, Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli, Kayseri’de Seyyid Burhaneddin, Konya’da Mevlâna hazretleri derken gelir dayanırlar Urfa’ya. 
Sınırdan çıkmadan evvel son bir mola verilir burada. Kafileler genellikle Balıklıgöl civarında oyalanırlar. Önce ziyaretlerini yapar, sonra han hamam lokanta aramaya başlarlar. İşte tam o sıra çocuklar sökün eder, ellerine yapışır, n’olur bize buyurun diye yalvarırlar. 
“Haydi bir çaylarını içelim, gönülleri olsun” diye gidersiniz, bakarsınız avlulu hayatlı bir bina, sofra bezleri serilmiş, tencereler tıkırdamakta. 
Yersiniz, içersiniz, yatarsınız, tek kuruş veremezsiniz onlara. Bazıları yatağın altına para sıkıştırır, koşup yetiştirirler, otobüs kalkmadan iade ederler kibarca. 
Urfalının biri anlatıyor: Babam o gün harç görmüş, annem yemekler hazırlamıştı. Köfteler, dolmalar, börekler, çorbalar... Haydi koş birkaç hacı al da gel dediler bana. Becerikli bir çocuktum ama akranlarım uyanık davrandılar, hacıları kaptılar. Ben eli boş döndüm ööle bir başıma. Cenaze çıktı sanırsınız, evdekiler nasıl üzüldü anlatamam. 
Araştırmacı yazar Mehmed Sadık Alican “bizde eskiden lokantacılık ayıp sayılırdı” diyor, “adam yolcu, yani bir kap yemek verdik diye parasını mı alacaz? Otelcilik desen ona keza, döşek serdik diye fatura mı çıkaracaz fukaraya? Urfalı ister ki; misafir yesin, içsin, yatsın, dua etsin âbâ vü ecdadına. Urfa’da cuma günleri pişen yemekten komşulara da düşer mutlaka, hâli vaktinde olanlar fırıncı ile anlaşır, derler ki; bugün kimseden ücret alma. Eğer sebil sebil sesleri duyduysanız bilin ki meyam balı (şerbeti) dağıtılıyordur hayrına.” 
Hâlâ da öyleler, bir yerde yemek yiyorsunuz, küsuratlar çiziliyor, hesaplar yuvarlanıyor, yetmiyor sipariş vermediğiniz tatlılar konuyor masanıza. Çay, mırra… O zaten ikram, adını bile anma.
Demek ki içlerinden geliyor, yemekten yedirmekten zevk alıyorlar. Yoksa bunca Suriyeliyi ağırlamak kolay değil, Avrupalının aklı havsalası almıyor.
Kavga ne zaman kopar, birileri almak için yarışırsa. Vermek için çalışanlar birbirini niye kırsındır di mi ama?

AKLINA MI GELİR?

Efendim vaktizamanı evvelinde bir kervan geliyor. Kervancıbaşı bakıyor han gibi bir bina, giriyor avluya. Hava serince, üşümüşler, emirler yağdırıyor seyislere, uşaklara.
Neyse yerleşiyorlar odalara. 
Tam da o sıra kar yağmasın mı? Kıpırdayamıyor çakılıyorlar âdeta.  
Üç gün, beş gün, bir ay… Kervan sahibini sıkıntı basıyor. Bu hesabın altından nasıl kalkacak acaba? 
Amaaan battı balık yan gider, olan oldu artık, canımızı alacak hâlleri yok ya. 
Şunu getir, bunu götür! Yiyor içiyorlar inadına. Ve ayrılık vakti geliyor, hayvanlar yükleniyor. Kervancıbaşı kâhyaya yanaşıp soruyor. Borcumuz ne ağa? 
-Ne borcu beyim, uğurlar ola…
-Burası han değil mi?
-Değil.
-Ya ne?  
-Karaçizmelilerin konağı.
-Eee yedik içtik, emirler yağdırdık uşaklara…
-Elbette ne yapacaktınız ki başka?

MOZAİK DEĞİL EBRU
Şanlıurfa’da Arap’ı, Kürt’ü, Türk’ü ahenkle yaşıyor. “Mozaik” kelimesinden hoşlanmıyor, mozaik kırılıp dökülür diyorlar  icabında, bizim birlikteliğimiz ebruya benzer, renkler birbirinde erimiştir, ayıramazsın asla!
Kardeşlik kültürü çok yüksek, bütün şehir tek bir aile gibi. Nitekim Suriye’den göçenleri de basmışlar bağırlarına.  Garipler kendilerini burada huzurlu hissediyor, zaten Urfa sokaklarının Halep’ten farkı yok. Orada da nargile mangal kokusu, burada da…
Misafirlerden 110 bini dünya standartlarının üzerindeki kamplarda barınıyor. Yarım milyonu aşkın insan ise Urfa’da yaşıyor. Çarşıda göreceğiniz her üç kişiden biri Suriyeli. Hatta geceleri ekseriyet onlara geçiyor. 
Şanlıurfa’da 63 sivil toplum kuruluşu bir platform altında birleşmiş, oturup konuşmuşlar “kardeşlerimiz için ne yapabiliriz acaba”. Mazluma kucak açmak en belirgin hasletimiz. Tarihe bakın sadece Boşnaklara, Arnavutlara, Çerkezlere, Romenlere değil, Macarlara, Polonyalılara, Avusturyalılara, Karadağlılara, Yahudilere de kucak açmışız zamanında. Türk’ün tarihinde kan kin yok, aksine katliamlardan kaçan bize sığınıyor.  Bugün de öyle, sadece Urfa’nın ağırladığı muhacirler bütün Avrupa’nın kabul ettiklerinden daha fazla. Üstelik Urfalı, Avrupalı kadar zengin de değil, kesesinden ayırıyor, ekmeğini, suyunu paylaşıyor. 
AB ülkeleri göçmen almadı mı? Aldı. Gelgelelim nerede akademisyen, hekim, eczacı, mühendis,  iş adamı varsa seçtiler ki, bunlar da bir elin parmakları kadar anca. Materyalist dünya böyle işte, insanları arttıkça, insanlıkları azalıyor.  Allah kimseyi  vatansız bırakmaya. 

EŞ DOST AKRABA
Eskiden resmî zevat “Beynel belde bila hudut, devleteyn lakin halkı vahde (iki devlet tek halk)” gibi cümlelerle girerlerdi konuşmalara. 
Resulayn, Rase’l-ayn…  Akçakale, Tel Ebyad (Beyaz Kale) isimler bile aynı, biri Türkçe biri Arapça… Eskiden birmiş zaten, çizgi çekilmiş araya. Akrabaların yarısı aşağıda kalmış, yarısı yukarıda. Hatırlarsanız dikenli tel üzerinden bohça atarlardı bayramlarda.  Başına bomba yağan n’apsın? Elbette gelecek hısımlarının yanına.
Kilis 100 bindi 204 bin olmuş, Akçakale el kadarmış 240 bin olmuş. Ceylanpınar ve Suruç kaymakamları kamplara da bakıyor tabiri caizse ikişer ilçe yönetiyor. 
Hasılı zulüm beş yılı geçti, gurbette doğan bebekler okullu olacaklar önümüzdeki yıla.  
Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkan Nihat Çiftçi “600 bin kişi az değil” diyor, “aynı sokakları, aynı şebekeyi, aynı parkları kullanıyoruz sonunda. Bu nüfus artışını 15 sene sonra bekliyorduk, birden çıktı karşımıza. Trafik sıkışmasın, ulaşım aksamasın diye çareler düşünüyoruz, mecburen 71 otobüs daha kattık filomuza. Suyu ona göre, çöpü ona göre... Kanalizasyon sistemini revize ettik mesela.” 
Hasılı kimse aç kalmıyor, açıkta kalmıyor, insanımız ensar sadakatiyle yaklaşıyor mevzuya. 
Ve Halil İbrahim bereketi tabii... 
Hissediliyor açıkça.

TÜRKİYE PEŞİN VERİYOR AVRUPA LAFINI EDİYOR
Urfa Harran’daki mülteci kampı misafirleri şaşırtıyor. Her aileye iki odası helası banyosu mutfağı olan konteynerlerin gösterildiği küçük şehirde anaokulludan liseliye her yaş grubuna eğitim veriliyor. 
Muhacir çocuklarından yaklaşık 1 milyonu eğitim çağında bulunuyor. Bunlardan 509 bini okullu olurken 12 bin Suriyeli öğretmen vazife yapıyor. 223 bin yetişkine de mesleki eğitim verildi, bir kısmı elinin emeği ile geçiniyor. Bu güne kadar 940 bin Suriyeli hastanelerde yattı, 77 bini ameliyat oldu, 178 bin kadın doğum yaptı.
Türkiye, mültecilere 25 milyar dolar harcadı. Bazı şeylerin de fiyatı yok, mesela vatandaş “geçin evimde oturun” demiş, almadığı kiralar raporlara geçmiyor. Harran kamp müdürü Mehmet Bey “biz artık bir aile olduk” diyor “ancak sarayda da yaşasalar vatanlarını özlüyorlar. Allah devlete zeval vermesin bunu kimse yapmaz. Geçen bir ihtiyar gitmiş boya almış, dikkat çeken bir resim çizmiş, belli belirsiz bir genç silüeti, gök, kan, bayrak filan. Hayrola dedik. Meğer oğlunun şehadet haberini almış, o acı ile oturmuş, hislerini dökmüş kâğıda.”