Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Almanya’daki Ermeni iddialarının oylamasında “üst aklın” varlığına işaret ederek, Almanya’nın Türkiye gibi bir dostu kaybetmeyle karşı karşıya olduğunu söyledi. Afrika turu sırasında Uganda’dan Kenya’ya geçerken kendisini takip eden gazetecilerin sorularını cevaplandıran Cumhurbaşkanı Erdoğan özetle şunları kaydetti:
Sizin “Sorunları azaltmak, dostları çoğaltmak lazım’ biçiminde bir sözünüz var. Ancak, mesela Almanya’daki son gelişmenin ardından nasıl mümkün olacak bu?
Önemli olan niyetin ve gayretin o yönde olmasıdır. Sizin niyetiniz ve gayretiniz bu olmakla birlikte, karşınızdaki dost olmamakta direniyorsa zaten yapılacak bir şey kalmaz. Ama biz, ‘Niyet hayır, akıbet hayır’ diyoruz. Bizim orada 3 milyonu aşkın insanımız var. Bunların Alman ekonomisi içerisinde çok ciddi potansiyeli var. Tabii ki orada parlamento içinde yapılan tartışmaların, konuşmaların notları henüz bana ulaşmış değil. O notlar üzerinden bir değerlendirme yapacağız.
Alman parlamentosunda alınan o kararın, esasen bir kıymeti harbiyesi yok. Birileri o tür bir karar aldı diye tarihimiz değişecek değil. Farkında olmadıkları konu şu: Türkiye gibi bir dostu kaybetme riskiyle karşı karşıyalar.
Yahudi soykırımını yapan, Holokost’un faili olan Almanya, acaba bu tür bir kararla deyim yerinde ise kendine ortak mı arıyor? 
Holokost ile 1915 olayları arasında herhangi bir benzerlik yok. 1915 olayları ile AİHM’nin aldığı karar da son derece açık. AİHM kararında, Ermeni anlatısının mutlak gerçek olmadığı ve özgürce tartışılabileceği, Ermeni anlatısını sorgulayan görüşlerin ifade özgürlüğünün mutlak koruması altında olduğu, 1915 olayları ile Holokost arasında benzerlik kurulamayacağı açıkça ifade ediliyor. Bu tespitler hukuken de bağlayıcı. AİHM, bunları açık ve net olarak söylüyor.
Alman Parlamentosu’nun böyle bir karar almasını, Türkiye’nin mülteci politikasına karşı bir adım olarak yorumlamak mümkün mü?
Geri Kabul Anlaşması, vize serbestisi gibi meseleler, AB’yle ilgili konular. Bu konulardaki tavrımız da belli. Bunu Şansölye Merkel’e de anlattım. Söz konusu iki konu eş zamanlı olarak yapılmak durumundadır. Eş zamanlı olarak yapılmazsa, biz de gerekli adımı atmayabiliriz. Yani Geri Kabul Anlaşması’nın TBMM’den, Bakanlar Kurulu’ndan geçmiş olması bu işin artık bitmiş olduğu anlamına gelmez. O işin bizim Göç İdaresi’nden de ayrıca geçmiş olması. 
Peki Türkiye, Alman parlamentosunda onaylanan karara karşı ne gibi adımlar atacak?
Alman parlamentosunun kararı hayra alamet bir adım değil. Gereken değerlendirmeleri yapmamız lazım. Öfke ile kalkıp zararla oturmak bize yakışmaz.
Bu çerçevede Almanya’ya karşı ekonomik tedbirler gündeme gelebilir mi?
Bu tür şeyleri konuşmak için erken. Tekrar söylüyorum. Önce oturup olayı iyi değerlendirmemiz lazım. Ama enteresan olan bir şey var. Burada da bir üst akıl var. Niye mi? Düşünebiliyor musunuz, oylamada bir ret, bir de çekimser, bir de oylamaya katılmamış olanlar var. Almanlar için bu kadar milli bir mesele mi bu? Geçen sene 1915 olaylarının yüzüncü yılıydı. Böyle bir tasarı niye geçen sene oylanmadı da bu sene oylandı. Bunlar düşündürücü tabii! Üst akıldan kendilerine böyle bir talimat gelmiş olmalı ki böyle bir adım attılar. Şimdi merak ediyorum: Alman yöneticiler böyle bir karardan sonra benim şahsıma, Başbakanımıza hangi yüzle bakacaklar acaba?
Şansölye Merkel’in oylamaya katılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?  
Birkaç gün önce yaptığımız telefon görüşmesinde, elinden geleni yapacağını söylemişti. Ben 40 yıldır siyasetin içindeyim. Grubun ikna edilememesini anlayamıyorum. Keşke katılıp oyunu verseydi. 
AK Parti Grup Başkanvekili Naci Bostancı, kararın günlük siyasi gelişmelerle ilgili olabileceğini söylüyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Mülteci konusu ile ilgili olabilir mi mesela?
Az önce verdim bunun cevabını. Mülteciler meselesi Avrupa Birliği ile alakalı. Türkiye ile olarak biz bu konuda, iyi niyetimizi ortaya koyduk. AB’ye verdiğimiz sözlerin arkasında durduk. Ama bunlar sözlerinin arkasında durmadılar: Ne söz verdikleri maddi katkıyı ödeme noktasında, ne de diğerler konularda! 
Türkiye-Almanya ilişkilerinin bu noktaya gelmesi, Türkiye-AB müzakerelerini olumsuz etkiler mi? 
Bunu bir Türkiye-AB olayı gibi görmek doğru olmaz. AB olayını ayrı değerlendirmek lazım. 
Alman parlamentosunda alınan karar, aslında Almanya’ya yönelik bir operasyon gibi de görülebilir mi? Zira bununla Türkiye ile ilişkiler sabote ediliyor. Bunun bölgesel hesaplarla bağlantısı, bir tür provokasyon olması mümkün mü?
Almanya’daki bazı kesimlerin son zamanlarda Türkiye konusundaki tavırlarının pek kabule şayan olmadığını daha önce ifade etmiştim. ‘Alman ekolü’ diye bir ifade kullanmıştım. Bu ekol şu anda Türkiye üzerinde bazı operasyonların içinde, peşinde. Bu konuda Alman medyası da bir hayli aktif. Türkiye’de bağlantıları da var tabii. Tüm bu hususları da iyi incelemek lazım.
LİBERMAN FAKTÖRÜ
Geçtiğimiz günlerde Netanyahu, “Anlaşmaya çok yakınız. Önümüzdeki hafta bir Avrupa ülkesinde görüşmeler olacak” dedi. Detay verebilir misiniz?
Mayıs ayının sonuna doğru görüşmeler neticeye bağlanır diye düşünüyordum. Fakat bazı gelişmeler sebebiyle bir sarkma oldu. Özür ve tazminatın ardından, ambargonun nasıl kaldırılacağının netleşmesini bekliyoruz. Yeni hükümetin bu hususlarda nasıl davranacağı da önemli? Liberman’ın Savunma Bakanlığı’na gelmesi bu durumu nasıl etkiler? Şimdi yapılacak olan görüşmelerde, zannediyorum bu konular da ele alınacaktır.
Bahsettiğiniz bu görüşme nerede yapılacak?
Müsaade edin de o görüşmenin yapılacağı yeri söylemeyelim.
YENİ SORUN İSTEMİYORUZ
Suriye konusunda, “ABD taahhütlerini yerine getirmezse, kendi göbeğimiz kendimiz keseriz” şeklinde ifadeleriniz var. Tam olarak neyi kastediyorsunuz?
Bizim gerek Suriye’de, gerek Irak’ta, NATO müttefikleri olarak ABD ile ortak çalışmalarımızın olması gerekir. Mesela biz Afganistan’a niye gittik? NATO üyesi bir ülke olarak ABD’nin davetine icabetle gittik. Şimdi Irak’ta aynı şey oldu. Ama Irak’la ilgili olarak örneğin Başika’daki mevcudiyetimizi birileri ‘sorun’ gibi gösterebiliyorlar. Biz Başika’ya DAEŞ’le mücadele için gittik. Bunu da merkezi yönetimle, civardaki yöneticilerle konuşarak yaptık. Tüm bunları Sayın Obama’ya da söyledim. Müşterek hareket edilmesi gerektiğini belirttim. Bu Suriye için de geçerli. Onların genelkurmayları ile bizim genelkurmayımız görüştü. Görüşmeler olumlu gelişiyor. En son Münbiç’i DAEŞ’ten arındırma meselesiyle ilgili olarak da görüşmeler oldu. Suriye Demokratik Güçleri’nde 2500 kadar Arap var. Bunlara 450 YPG’linin de lojistik destek verdiğinden söz ediliyor. Türkiye olarak biz hassasiyetimizi, kararlılığımızı muhataplarımıza söyledik. Kuzey Suriye’de yeni bir sorun yaşamak istemiyoruz. Arkadaşlarımız yoğun bir temas halinde ABD’li mevkidaşları ile görüşüyorlar. Gerekirse kendi göbeğimizi kendimiz keseriz. 
Münbiç civarındaki son gelişmelerle ilgili olarak size gelen bilgiler ne yönde?
12 köy DAEŞ’ten alındı. İlerleme her geçen gün devam ediyor. Yalnız orada önemli olan bir şey var. Münbiç Kürtlerin değil, Arapların yaşadığı bir yer. Kürtler gelip oraya yerleşmeleri gibi bir mantık olmaz. Orada Teşrin Barajı’nin doğusu batısı meselesi var. Biz YPG’nin batıya geçmesini istemiyoruz. ABD ise ‘Lojistik için gelseler de geri dönecekler’ diyor. Dedikleri gibi mi olacak, izliyoruz. Ama orası zaten Araplara ait. Dolayısıyla aksi bir gelişmeye, Araplar da müsaade etmez. 
PUTİN’İN SÖZÜ GEÇERLİ
Türkiye-Rusya ilişkileriyle ilgili olarak gerek Putin’in gerek sizin pozitif açıklamaları oldu. Ama diğer Rus yetkililer, Putin’in yaklaşımından farklı şeylerden de söz ediyorlar...
 Ben Putin’in açıklamalarına itibar edilmesi gerektiği kanaatindeyim. İyi siyaset, Rusya ile Türkiye gibi iki büyük ülke arasındaki ilişkilerin önünü tıkamayı değil, önünü açmayı esas almalıdır. Dolayısıyla olmayacak taleplerden söz etmek doğru değil. Biz Türkiye-Rusya ilişkilerinin böyle bir hadiseye kurban edilmemesi gerektiği kanaatindeyiz.
AFRİKA’DA KAN KAYBEDİYORLAR
Terör örgütünün başı ABD’de yaşıyor. Oradaki bazı yetkililer ise ABD’de işlenen bir suç olmadığı için bir şey yapmanın mümkün olamayacağından söz ediyor. ABD’nin tutumunda da değişikliğe yol açar mı?
Bunu hep beraber göreceğiz. Terör örgütü söz konusu olduğunda ABD kanunlarında CIA ve FBI’a araştırma yapma talimatı verilmesi mümkün. Bu çerçevede, oradaki federal hakimler, savcılar harekete geçebilirler.
Uganda ve Kenya ziyaretlerinizde de gündeme geldi mi paralel yapı meselesi? Mesela, Uganda’da hâlâ 2 okulları var, göl kenarında 60 dönüm arazileri var. TUSKON’un şubesi var...
Konuştuk. Bilgileri paylaştık. Bizim bunlara nasıl bakıldığını öğrenmelerinin ardından, bu ülkeler de artık bunlara farklı bakacaklardır. Anlattıklarımız neticesinde, buradaki yöneticilerin kulağına en azından kar suyu kaçıyor. Bunlara artık şüphe ile bakıyorlar. Mesela TUSKON’un falan, artık eski gücü kalmadı, bitti. En büyük kayıpları dershaneler. 1 milyar dolarlık yıllık gelirleri vardı dershane ve okullardan. Bu gitti. FETÖ’nün MGK Siyaset Belgesi’ne terör örgütü olarak girmesi, bunun yargıya yansıması, etkisini hissettirecek.
‘PARTİLİ’ OLMASI FARK ETMEZ
Mevcut şartlarda partili cumhurbaşkanlığının daha kolay mümkün olabileceğini söyleyenler var..
Aslında ben, partili cumhurbaşkanlığı meselesini, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de dillendirmiştim. Ama, bunu anlamak istemeyenler, hadiseye farklı yaklaştılar. 
Yine de nihai hedefiniz, partili cumhurbaşkanlığından ziyade, başkanlık değil mi?
Çok da fark etmiyor. O kadar birbirinden kopuk değil. Bütün mesele partili cumhurbaşkanlığının içini neyle nasıl dolduracağınız. Ben dünyadaki çeşitli uygulamaları inceleyerek kendi sistemimizi oluşturabileceğimizi de söyledim. Bir arı gibi tüm çiçeklerden nasibimizi almayı, böylece en idealini ortaya koymayı önerdim. Bunu “Türk Tipi Başkanlık” olarak ifade ettim, ondan da rahatsız oldular...

Erdoğan'dan Almanya'ya tepki: Alman ekolü Türkiye’de operasyon peşinde!