BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Danıştay'ın 146'nci yıldönümü dolayısıyla düzenlenen törende konuşan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'na tepki gösterdi. Feyzioğlu'nun konuşmasını 'Yanlış konuşuyorsun' diyerek bölen Başbakan Erdoğan'a 'Kızmayın sayın Başbakan'ım. Güzel bir şey söylüyorum. Neyi yanlış konuşuyorum sayın Başbakan'ım?' diye sordu. Bunun üzerine Başbakan Feyzioğlu'na 'Böyle bir edepsizlik olmaz ki' diye tepki gösterdi. Konuşması devam eden Feyzioğlu, Başbakan Erdoğan'ın bu sözleri üzerine kürsüden; "Edepsizlik yapan ben değilim sayın Başbakan" dedi. Daha sonra konuşma metnini okumaya devam eden Feyzioğlu, konuşmasının sonunda 'Ben edepsizlik yapmadım, kimseye de edepsizlik yapıyorsun demeyi kendime yakıştırmam sayın Başbakan. Çok yapıcı bir konuşmaydı' dedi. Feyzioğlu'nun bu sözleri üzerine ayağa kalkan Başbakan Erdoğan; "Yasal hakkı da yok, ama maalesef biz tüzükle böyle bir şeye söz veriyoruz" diyerek tepkisine devam etti. 'Tamemen siyasi bir konuşma yapılıyor ya böyle bir şey olabilir mi?' diyen Başbakan Erdoğan'ı Cumhurbaşkanı Gül'ün sakinleştirmeye çalıştığı görüldü. Başbakan, bu sözlerinin ardından salonu terk etti.

''VAN'LA İLGİLİ ANLATTIKLARIN BAŞTAN AŞAĞI YALAN''

Bu arada, Başbakan Erdoğan, Feyzioğlu'nun Van'daki depremzedelere ilişkin söylediği sözlere tepki göstererek; "Yalan konuşuyorsun hep, ne anlatıyorsun? Van'da neler yapıldığından haberin var mı? Van'la ilgili anlattıkların baştan aşağı yalan" dedi.

Feyzioğlu'nun Van hakkındaki sözleri ise şöyle; "Zat-ı Alinize ve buradaki muhterem heyete iletmek üzere, üzerimde bir selam borcu var. Van’da konteyner kentte yaşamaya devam eden kiracıların selamı. Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir. Sosyal devlet, yurttaşın barınma ihtiyacını gidermek zorundadır. Deprem, kiracı-mal sahibi ayrımı yapmadan binaları yıkıp insanlarımızı öldürmüş, deprem konutları ise öncelikli olarak mal sahiplerine ve yalnızca bir kısım kiracıya ise kurayla tahsis edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bu insanlarımızın mağduriyetini giderebilecek kudrete kuşkusuz sahiptir. Basit bir yönetmelik değişikliğiyle bile çözüm bulunabileceğini düşündüğümüz bu sorunun kısa sürede giderilmesini dileyerek bu selamı sizlere iletiyorum."

FEYZİOĞLU'NUN TÖRENDE YAPTIĞI KONUŞMANIN TAMAMI

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Danıştay'ın 146'ncı kuruluş yıldönümü nedeniyle Danıştay Konferans Salonu'nda yapılan törende konuştu. İnternet yasasını eleştiren Feyzioğlu; "Son dönemde yaşadığımız ve geçmişin yasakçı zihniyetini çağrıştıran sosyal medyaya yönelik idari veya yargısal engellemeler, Anayasamıza, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'a aykırıdır. Üstelik erişimi top yekûn engellemek teknik olarak da mümkün değildir. Yani atılan taş, zedelenen itibara değmemiştir. Bu engellemelere karşı idari yargının yürütmeyi durdurma kararlarıyla, Anayasa Mahkemesi'nin ihlali tespit edici kararları isabetli olmuştur. Söz konusu kararları hepimiz soğukkanlılıkla değerlendirmeli, eleştirilerimiz varsa bunları da yapıcı bir şekilde ortaya koymalıyız. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Burada zarar, ortak zarardır. Birbirlerine saygı duyarak iletişim kuranlar ise, ortak akla ulaşır" dedi.

"YASAK PROVOKATÖRLERE UYGUN İKLİMİ HAZIRLAMIŞ"

Feyzioğlu, 2011 senesinde Taksim'in 1 Mayıs kutlamalarına açılmasını mutlulukla karşıladıklarını dile getirerek; 'Hatırlanacak olursa, 2011 ve 2012 senelerinde Taksim'de coşkulu kutlamalar gerçekleşmiş, hiçbir olay olmamıştı. Bu sene, Anayasa'nın 34. maddesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yerleşik içtihatlarına aykırı olarak getirilen yasak ise, halkı polisle çatıştırmak isteyen provokatörlere uygun iklimi hazırlamış, artık görmek istemediğimiz pek çok üzücü olay yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Maalesef polis, şiddete başvuran ile barışçıl gösteri hakkını kullanmak isteyenleri birbirinden yine ayırmamış, orantısız güç kullanımı yoluna gitmiştir" diye konuştu.

"DEPREM KONUTLARI İSE ÖNCELİKLİ OLARAK MAL SAHİPLERİNE VE YALNIZCA BİR KISIM KİRACIYA İSE KURAYLA TAHSİS EDİLMİŞTİR"

Metin Feyzioğlu, konuşmasında Van'daki depremzedelerin selamını getirdiğini kaydederek şunları kaydetti; "Zat-ı Alinize ve buradaki muhterem heyete iletmek üzere, üzerimde bir selam borcu var. Van'da konteyner kentte yaşamaya devam eden kiracıların selamı. Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir. Sosyal devlet, yurttaşın barınma ihtiyacını gidermek zorundadır. Deprem, kiracı-mal sahibi ayrımı yapmadan binaları yıkıp insanlarımızı öldürmüş, deprem konutları ise öncelikli olarak mal sahiplerine ve yalnızca bir kısım kiracıya ise kurayla tahsis edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bu insanlarımızın mağduriyetini giderebilecek kudrete kuşkusuz sahiptir. Basit bir yönetmelik değişikliğiyle bile çözüm bulunabileceğini düşündüğümüz bu sorunun kısa sürede giderilmesini dileyerek bu selamı sizlere iletiyorum."

"İTİBARSIZLAŞTIRMA MALZEMELERİ, ONLARI ÇEKENLERİ VEYA ÜRETENLERİ İTİBARSIZLAŞTIRMIŞTIR"

Feyzioğlu, 30 Mart seçimleri öncesi yaşananlara dair şunları söyledi; "Kim tarafından, hangi yöntemle kaydedildiği, nerede arşivlendiği, ne zaman kime karşı kullanılacağı belli olmayan ses kayıtlarının, bir seçim malzemesi olarak tedavüle çıkarılmış olmasıdır. Bu seçimlerden kazancımız, özel hayata ilişkin gizli kayıtların sonuç doğuran şantaj malzemesi yapılmasının muteber bir yöntem olmaktan çıkmasıdır. Başka bir ifadeyle, itibarsızlaştırma malzemeleri, onları çekenleri veya üretenleri itibarsızlaştırmıştır. Nitekim kayıtları çekenler, bugüne kadar kimliklerini açıklamaktan imtina etmişlerdir. Yaptıkları iş itibarlı bir iş olsaydı, Snowden örneğinde olduğu gibi kimliklerini açıklarlardı...Öte yandan, yine Snowden örneğinde, belgeleri yayınlayanlar hakkında Amerika Birleşik Devletleri'nde soruşturmalar açılmadığını, sosyal medya sitelerinin kapatılması yoluna gidilmediğini, yalnızca Snowden'le ilgili takibat yapıldığını belirtmeyi gerekli görüyorum. İçeriği suç teşkil eden kayıtlara gelince, bunların montaj veya üretilmiş olup olmadıkları, açılacak soruşturmalarda her türlü şüpheyi giderecek şekilde, tarafsızlığı bilinen uluslararası kuruluşlarca değerlendirilmelidir. Bu noktada, Dışişleri Bakanlığı'nda yapıldığı anlaşılan ve çok gizli olması gereken bir toplantıda yasa dışı kayıt yapılmasını ve bu kaydın tedavüle çıkarılmasını birkaç cümleyle değerlendirmek gereklidir. Yasa dışı dinlemeye konu olan toplantının, karar verici mevkide olanlara görüş sunmak üzere yapılan bir hazırlık toplantısı olduğu anlaşılmaktadır. Toplantıda konuşulan hususlar, yurtta barış dünyada barış ilkesine dayanması gereken dış politikamızın maceracı bir dış politikaya dönüştürülmek istendiği izlenimini vermiş ve büyük endişe yaratmıştır. Öte yandan bu yasa dışı dinlemenin bir casusluk suçu olduğu ortadadır."

"DEVLET İÇİNDEKİ OLASI GAYRİMEŞRU YAPILANMALARLA MÜCADELE EDİLMELİ"

Yolsuzluk iddialarına da değinen Feyzioğlu; "Seçimler öncesi gündeme gelen yolsuzluk iddiaları ve soruşturmalardır. Bu soruşturmaların hangi saikle başlatıldığı konusu bir yana, soruşturmaların siyasi iktidar tarafından engellendiği algısının toplumda hakim olması, adalet duygusunu zedelemiştir. Gerçeğin ışığı, yolumuzu aydınlatmadığı takdirde, bundan herkes zarar görecektir. Bütün bunlardan, devlet içindeki olası gayrimeşru yapılanmalarla mücadele edilmesi ve yolsuzluk iddialarının derinliğine araştırılması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Bunun için tarafsız, bağımsız ve adil yargılama yapabilen, güvenilir bir yargıya ihtiyaç vardır. Gayrimeşru yapılanmalarla mücadele refleksi, Anayasa'ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı düzenlemelerin yapılmasına sebebiyet vermemelidir" diye konuştu.

"ANAYASA MAHKEMESİ'NİN BU KONUDA VERDİĞİ İPTAL KARARI YERİNDEDİR"

Konuşmasında MİT Yasası'nı eleştiren Feyzioğlu; "Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nda yapılan değişiklikler sonucunda Milli İstihbarat Teşkilatı'na verilen kişisel verilere, meslek ve şirket sırlarına, veri tabanlarına yargı kararı olmaksızın erişim yetkisi, yine yargı kararı olmaksızın iletişimi tespit, belli soruşturma ve dava dosyalarına ulaşabilme yetkisi, MİT'in ülke içinde operasyon yetkisiyle donatılması, MİT mensuplarının soruşturmalarının izne tabi kılınması, yeni ve denetimsiz bir kolluk gücü yaratmıştır. MİT'in görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi ve belgelerin izinsiz yayınlanmasının üç yıldan dokuz yıla kadar cezalandırılan bir suç haline getirilmesi ve yayın sahiplerinin de sorumlu tutulması, kapsamı tamamen belirsiz olan bu suç nedeniyle mecburi otosansür uygulamasına sebebiyet verecektir. Bu süreçte, Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda değişiklik yapılarak, özellikle Teftiş Kurulu'nun dolaylı olarak Adalet Bakanı'na bağlanması, yargı bağımsızlığıyla asla bağdaşmamıştır. Söz konusu değişiklik, 2010 Anayasa değişikliği referandumunda evet kampanyası yürütülürken öne sürülen temel gerekçelere de açıkça aykırıdır. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda verdiği iptal kararı yerindedir" dedi.

"GAYRİMEŞRU YAPILANMALARA İLİŞKİN İNCELEME YAPMAK, MECLİS ARAŞTIRMASI BAŞLATMASINI ÖNERİYORUZ"

Feyzioğlu, 'devlet içindeki gayrimeşru yapılanmalara değinerek; "Devlet içinde ve özellikle yargı ile emniyet teşkilatında bulunduğu iddia edilen gayrimeşru yapılanmalara ilişkin inceleme yapmak, durum tespitlerinde bulunmak ve çözümler geliştirmek üzere yasama organının meclis araştırması başlatmasını öneriyoruz. Böyle bir meclis araştırmasında herkes tabiri caizse eteğindeki taşları dökebilecek ve pek çok konu açıklığa kavuşabilecektir. Türkiye Barolar Birliği olarak, kesin hükümle neticelenmiş balyoz davasını özellikle sahte deliller açısından inceleyen raporumuzu hazırladığımızı ve yakında hem kamuoyuyla paylaşacağımızı hem de önerdiğimiz gibi meclis araştırması komisyonu kurulacak olur ise, bu komisyona da takdim edeceğimizi bilgilerinize sunuyorum" dedi.

"76 MİLYON YURTTAŞIMIZIN TÜMÜNÜN CUMHURBAŞKANI OLACAKLARI DİKKATE ALINARAK BİRLEŞTİRİCİ, KUCAKLAYICI OLMASINA ÖZEN GÖSTERİLMESİNİN ÖNEMİ AÇIKTIR"

Feyzioğlu, konuşmasını Cumhurbaşkanlığı seçimini değerlendirerek şöyle tamamladı; "Dünyanın bu güzel ülkesinde yaşayıp, 1960 askeri darbesi sonunda ülkemizin başbakanının, bakanlarının asılmalarının üzüntüsünü; üç fidanımız Deniz, Hüseyin ve Yusuf'un idamlarının acısını yüreğinde hissetmeyenimiz var mıdır? Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Komiser Mustafa Sarı, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Hasan Ferit Gedik evlatlarımızın yasını tutmayanımız olabilir mi? Uludere'de savaş uçaklarınca param parça edilen 34 yurttaşımızın; Sivas'ta, Kahramanmaraş'ta, Çorum'da, Reyhanlı'da katledilen canlarımızın dağlamadığı yürek var mıdır? Uludere katliamının takipsizlikle, Sivas davasının bir kısım sanıklar için zamanaşımıyla sonuçlanmasını içimize sindirebildik mi? Mardin Derik'te, Hakkâri Yüksekova'da, Şırnak Silopi'de, Muş Altınova'da, Bitlis Yaygın köyünde terörle mücadele adına işlenen cinayetleri ve daha nice faili meçhul cinayeti meşru görüp faillerini arayıp bulmaktan, cezalandırmaktan vazgeçebilir miyiz? Sırf komünist olduğu gerekçesiyle sürgün yiyen, cezalandırılan şairlerimizin, yazarlarımızın, Nazım Hikmetimizin çektiği acıları görmezden gelebilir miyiz? Peki, bu ülkenin bir büyükşehir belediye başkanının şiir okuduğu için niyet okuma yöntemiyle hapse atılmasını bugün hala içine sindiren var mıdır? Hrant Dink'in yazısının içinden cımbızla iki cümle çekip, yazının tamamını okumaya gerek bile görmeyenlerce mahkûm edilmesini ve sonra katlini, boğazı düğümlenmeden, yüreği sıkışmadan konuşabilenimiz olabilir mi? Bu topraklar sayılamayacak kadar çok zulme tanıklık etti. Tuvalete bile gidemeyecek kadar ağır hasta olmasına rağmen her an kaçabilir diye yatağa zincirlenerek ölümüne seyirci kalınmış Kuddusi Okkır, Prof. Dr. Uçkun Geray, İlhan Selçuk, Türkan Saylan, Engin Aydın, Kaşif Kozinoğlu, Albay Halil Yıldız, Albay Ali Tarık Akça, Yarbay Ali Tatar ve en son Albay Murat Özenalp… Vicdanlarımız kanamıyor mu? Bombalanmış, boşaltılmış köyler, yakılan ormanlar, faili meçhul cinayetler, altı bini çocuk tam on altı bin kayıp, çocuklarını bekleyen "cumartesi anneleri, eşlerini babalarını bekleyen "vardiya bizde'ciler ve "sessiz çığlık'çılar, tırmanan çocuk işçiliği, şafak vakti operasyonları, sonu gelmeyen davalar, karartılan hayatlar, şiddet mağduru kadınlar, dinlemeler, fişlemeler, basılmadan yasaklanan kitaplar, Gezi olayları esnasında sırf yaralılara yardım ettiği için yargılanan doktorlar ve benzeri yürek yaraları çözümsüz bırakılabilir mi? Öte yandan, sanatsız bir toplumun hayat damarlarından biri kesilmiş sayılacağına göre, Türkiye Sanat Kurumu Kanunu Taslağı sebebiyle kendi geleceklerinden ve Türkiye'de sanatın geleceğinden haklı bir endişeye kapılmış sanatçılarımızın, sanata özgürlük isteyen çığlıklarını duymayacak mıyız? Varsın yürekleri taşlaşmış olanlar yine kızsın söylediklerimize. Ben, ülkemin Cumhurbaşkanına, Başbakanına, iktidar ve ana muhalefet partilerine, diğer tüm siyasi partilere ve milletvekillerimize sesleniyorum. Bu sessiz çığlığı duyalım, ilk sırada özel görevli mahkemelerin sebep olduğu mağduriyetler olmak üzere bu sorunları yarından tezi yok el birliğiyle gidermeye başlayalım. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde kullanılacak üslubun, sayın Cumhurbaşkanı'nın 76 milyon yurttaşımızın tümünün cumhurbaşkanı olacakları dikkate alınarak birleştirici, kucaklayıcı olmasına özen gösterilmesinin önemi açıktır. Bu düşüncelerle tüm saygıdeğer cumhurbaşkanı adaylarımıza şimdiden başarı dileklerimi en derin saygılarımla sunuyorum."

() (BY) (FOTOĞRAFLI)