MHP lideri Bahçeli, Irak petrolünün Türkiye üzerinden taşınması ile ilgili; " Gerçek olan şudur ki, petrol bahanesiyle Kürdistan'ın mayası çalınmakta, meşruiyeti sağlanmakta ve AKP'de buna çanak tutmaktadır" dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuştu.

Ortadoğu'nun yine kaynayan ve fokurdayan kazan gibi olduğunu belirten Bahçeli; "Suriye’deki yangın körüklenmeye devam etmektedir. Sınırlarımızın hemen dibinde şaibeli oluşumlar hızla hedef büyütmekte, hızla ilerlemektedir. PKK-PYD ortaklığı Suriye coğrafyasında; merkezde Kobani, batıda Afrin, doğuda ise Kamışlı’dan oluşacak özerk bir yönetim için düğmeye basmıştır. AKP hükümeti ise gelişmeleri sessizce izlemekte ve sineye çekmektedir. Başbakan’ın; Kamışlı bölgesi ile Afrin’i kuşatan bir yapılanmanın Türkiye’yi rahatsız edeceğini, buna da sıcak bakmayacaklarını ve seyirci kalmayacaklarını ifade etmesinin üzerinden çok geçmemiştir. Fakat PYD-PKK ortaklığı Başbakan’ı hiç ciddiye almamış, eften püften çıkışlarını önemsememiş ve özerklik kararından caymamıştır. Türkiye’nin kırmızı çizgileri bir kez daha ihlal edilmiş, milli beka ve güvenliği bir kez daha darbe almıştır. Türkiye, AKP’yle birlikte yakın coğrafyalardaki tüm iddiasını ve yaptırım gücünü kaybederek edilgen ve pasif bir duruma gerilemiştir" dedi.

"BAŞBAKAN ERDOĞAN ENERJİYE KARŞILIK NE VAAT ETMİŞTİR?"

Bahçeli, Irak petrolünün Türkiye üzerinden dünya pazarına açılması ile ilgili gelişmeleri değerlendirerek; "Başbakan ve hükümeti Barzani’yle petrol ve doğal gaz anlaşması yapma derdindedir. Sormak lazımdır ki; vatanımız ve milletimiz tehdit altındayken, kardeşliğimiz namlunun ucundayken, boru hatları kurulmasının, Türkmen kanı üzerinden sürdürülen paenerji zarlıklarının kime ne yararı dokunacaktır? Başbakan Erdoğan enerjiye karşılık ne vaat etmiş, peşmergenin gönlünü nasıl kazanmış, hangi milli hak ve menfaatleri gözden çıkarmıştır? Kan üzerinden kurulan enerji denkleminin, tavizlerle inşa edilecek boru hatlarının ülkemizin başına musibetleri sağanak halinde yağdıracağı şimdiden aşikardır. Gerçek olan şudur ki, petrol bahanesiyle Kürdistan’ın mayası çalınmakta, meşruiyeti sağlanmakta ve AKP’de buna çanak tutmaktadır. Başbakan Erdoğan peşmergeye duyduğu sevgi ve yakınlığın onda birini nedense Türkmenlere göstermemektedir. Türkmenlerin can ve mal güvenliği suikastlara kurban giderken Başbakan oralı bile değildir. Aklı fikri Barzani’ye yılışmak, gözüne girmek ve Kürdistan’ı tanıyarak petrolü elde etmektir.Enerji havzasında bulunan Türkmen kentleri peşmergenin ve tetikçilerin hedefindeyken, petrol ve doğal gaz anlaşmalarıyla acıklı ve isyan ettiren katliamları yok saymak ne insanlıkla, ne adamlıkla ve ne de milletimizin beklentileriyle bağdaşmayacaktır. Başbakan Erdoğan ve peşmerge sevinç içerisinde kanlı enerjiden nemalanma arayışını sürdürürken, Türkmenler yine saldırılara uğramaktadır" diye konuştu.

"SON YEDİ YILDA KADIN CİNAYETLERİ YÜZDE BİN DÖRT YÜZ ARTTI"

MHP lideri, 5 Aralık 1934'te Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını aldığını hatırlatarak şunları kaydetti; " 5 Aralık 1934’de Türk kadını seçme ve seçilme hakkını almış, böylece demokrasinin en önemli ögesi olan temsil ve katılım temellendirilmiştir. Bu itibarla 79 yıl önce kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkı önemli bir eşik, önemli bir hamledir. Çünkü Türk kadını kuruluşta da, kurtuluşta da sürekli ön planda yer almış, bu aziz vatanın yükünü omuzlayanlar arasında bulunmuştur. Ne üzücüdür ki, bugünlerde siyasetteki temsil oranlarının yeterli olup olmadığı bir yana kadınların her neviden sorunları, karşılaştıkları zulüm ve zorbalıklar korku ve kaygı verici şekilde tırmanmıştır. Artık kadına şiddet otomatiğe bağlanmış, saldırı ve kaba güç gösterileri iyice kontrolden çıkmıştır. Psikopatlar, cani ruhlular, eli kanlı canavarlar, gözü dönmüş manyaklar kadın, genç kız ve çocuk demeden katletmektedir. Şu kahredici tabloya bakınız ki, son yedi yılda kadın cinayetleri yüzde bin dört yüz artmış, bu çerçevede AKP’nin iktidar yıllarında beş bine yakın ölüm vakası yaşanmıştır. Bu anormal manzara kolay kolay hazmedilecek bir sonuç değildir. Ülkemiz hastalıklı ruhların eşkıyalıklarına sahne olmaktadır. Gazetelerin üçüncü sayfaları vahşetin ve barbarlığın yürek yaralayıcı ve iç karartıcı haberleriyle doludur. Bahanesi ne olursa olsun kadına şiddet konusu çözülmeden, uzanan eller kırılmadan, daha da önemlisi şiddete müzahir psikolojik ve sosyolojik faktörler köreltilmeden seçme ve seçilme hakkını konuşmanın hiçbir faydası da olmayacaktır. Bu vandallık, bu alçaklık ve bu gözü dönmüşlük mutlaka bitmeli ve bitirilmelidir. Kadına şiddet uygulanan bir yerde hiçbir şeyin anlam ve hükmünden bahsedilemeyecek, hiçbir hakla da avunulmayacaktır."

"30 MART, CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ İÇİN DE PROVA NİTELİĞİNDEDİR"

Yerel seçimlerin yaklaştığını belirten Bahçeli, 30 Mart'ın çok şeye gebe olduğunu dile getirerek; "Türkiye’nin AKP zulmünden kurtulması için 30 Mart’ı ilk çıkış kapısı olarak görüyor ve buna uygun hareket etmek için de her mücadeleyi gösteriyoruz' ifadelerini kullandı. Başbakan Erdoğan'ın Mahalli İdareler Seçimlerini bir güven oylaması olarak ele aldığını öne süren Bahçeli; " Bunun için tüm kozlarını, devletin tüm imkan ve kaynaklarını siyasi çalışmalarına seferber etmektedir. Aynı zamanda 30 Mart 2014 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimleri, sonrasında yapılacak Cumhurbaşkanlığı Seçimleri için de prova niteliğindedir. Her hal ve tavrından görülüyor ki, Başbakan’ı korku sarmıştır" dedi.

"BAKANLARIN KOLTUKLARINDAN AYRILMADAN ADAYLIĞA SOYUNMALARI HAKSIZ REKABETİ DOĞURACAK"

MHP lideri, YSK'nın aday bakanlar ile ilgili kararını eleştirerek; "Yüksek Seçim Kurulu’nun 28 Kasım günü aldığı ilke kararı düşündürücü, bir o kadar da yanlı ve yanlıştır. Buna göre, Mahalli İdareler Seçimlerinde aday olacak hükümet üyelerinin durumu netleştirilmiş ve istifalarına gerek olmadığı yönünde oy birliğiyle karar alınmıştır. Yani belediye başkan adayı olacak bakanların milletvekilleriyle aynı sıfatı taşıdıklarından bahisle görevlerinden ayrılmalarına lüzum görülmemiştir. Bu mesnetsiz, ucube ve anormal karar demokrasinin ilke ve esaslarını hiçe saymaktan, çiğnemekten ve dikkate almamaktan başka bir şey değildir. Yüksek Seçim Kurulu’nun çok değerli üyeleri bu kararı alırken demokrasinin faziletlerini ve yazılmamış esaslarını hesaba katmışlar mıdır? Sulama birliklerinde çalışanların dahi istifasına karar veren bu Kurul, kamu gücünün başında bulunan, devlet yönetiminin siyasi sorumluluğunu taşıyan bakanları nasıl ve hangi mantıkla es geçmiştir? Milletvekilleriyle bakanları yetki ve görev bakımından bir ve eşit görmek bir defa büyük bir yanılgıdır. Her şeyden önce bakanlar, bakanlıkların en yüksek ita amiridir. Ve bu yönüyle kamu görevi icra etmektedirler. Bakanların koltuklarından ayrılmadan adaylığa soyunmaları haksız rekabeti doğuracak ve ahlaken sorunlu bir durumu ortaya çıkaracaktır. Bir yanda kısıtlı kaynaklarla seçime katılan adaylar, diğer yanda devlet gücünü arkasına almış bakanlar bulunacaktır. Bir yanda kıt kanaat seçim çalışmasını sürdürmeye çabalayan adaylar, diğer yanda bürokrasiyi ve bakanlık imkanlarını pervasızca kullanan ve yönlendiren bakanlar yer alacaktır. Bu paradoks ve patolojik vaka demokrasinin ruhunu tırpanlamak, demokratik ahlaka kara çalmaktır. Meselenin daha manidar tarafı ise, AKP’li yöneticilerin YSK’nın kararını doğru, isabetli ve meşru kabul etmeleridir. YSK bu kararı alırken acaba; Telkin altında kalmış mıdır? Tavsiye almış mıdır? Yönlendirmelere açık olmuş mudur? Ya da herhangi bir menfaat vaadine kanmış, iradesine ipotek koydurmuş mudur? Başbakan Erdoğan demokrasinin zerresini içinde taşıyorsa, siyasi ahlakın kırıntısına sahipse aday olmuş veya olacak bakanların derhal istifasını istemelidir. Şayet bakanlar görevlerinden çekilmeden aday olurlarsa; siyasetin havası bozulacak, itibarı karalanacak, dengesi sarsılacak, rekabeti sakatlanacak ve tıpa tıp faşist yönetimleri çağrıştıracaktır" dedi.