Tasarladığı mücevher koleksiyonu ‘Selma by Pınar Altuğ’ ile dikkat çeken ünlü oyuncu ve sunucu Pınar Altuğ Atacan, Şamdan Plus’a mücevher tutkusunu ve yeni projelerini anlattı.
 
Pınar Altuğ Atacan, 10 parmağında 10 marifet olan kadınlardan. Oyuncu ve sunuculukta aranan bir ekran yüzü olmasının yanı sıra, kendi ihtiyacından doğarak tasarladığı tekne tekstillerini markalaştırmıştı. Bu kez ünlü alışveriş sitesi Lidyana. com için hazırladığı mücevher markası ile karşımıza çıktı. 16 yıl önce kaybettiği annesi anısına adadığı ‘Selma by Pınar Altuğ’ isimli markasıyla sayfalarımıza konuk olan güzel yıldız ile yeni işini konuştuk.
 
Lidyana ile nasıl buluştunuz?

Hepsi birer tesadüf aslında... Bir süre önce bir mücevher markası bana ulaştı ve “Yüzümüz olur musun”’ dedi. Olabilir dedim, ama ben bir şeylere karışacağım, rahat duramam çünkü dedim. “Peki” dediler. Sonra ben bayağı, onların tasarımcısı ile beraber sıfırdan mücevherler ortaya çıkarmaya başladım.

 Peki, neden mücevher?
 
Kızlar annelerinin kopyasıdır. Ve ben de annemden ne gördümse onu yaptım. Çok küçük yaştan itibaren ne taktıysam, küçücük bile olsa hakikiydi. Sonra o öyle bir tutku haline dönüştü ki, gece yayınlarında sahneye çıktığımda da hep hakiki taktım. Çünkü annem bana hep derdi ki; “İmitasyona para vereceğine, küçük de olsa mücevher al, ömür boyu senin kasanda dursun. En kötü çocuğuna kalır.” Ben de annemin dediğini yapardım. Tabii bu demek değil ki taşlarım, pırlantalarım var; keşke olsa ama yok... Mücevher o kadar kolay ulaşabilen bir şey değil maalesef.
 
İsmi o yüzden annenizin adı...
 
Evet, bu markanın adı ne olsun diye düşünürken, bana bu işi öğreten annem olduğuna göre ben annemin adını istiyorum dedim. Herkese çok doğru geldi, çünkü altı çok doluydu. Bu işi bana öğreten Selma çünkü; aileme söylediğimde herkes çok duygulandı. Bu sefer logo aşamasına geldik. Onun seveceği ve gurur duyacağı bir şey ararken, düşündüm ki benim logom benim el yazım, annemin logosu neden annemin el yazısı olmasın? Benim birçok şeyim teyzemin evinde duruyor, hemen buldular ve tasarımcılara yolladık. Onların da çok yüreğine dokundu.
 
Koleksiyonda neler var?
 
Küpeler ve yüzükler var. Aynen benim taktığım gibi. Elbette bu bir iş ve herkese hitap etmeniz gerekiyor. Ama koleksiyonda benim kendi takmayacağım hiçbir şey yok. Ben çünkü deli kızın çeyizi gibi birkaç parmağına birden yüzükler takmayı seven, küpelerinin ucunda sallantılar seven bir kadın olduğum için mücevherlerimi de öyle yaptım. İnternet üzerinden satıldığı için mümkün olduğunca her bütçeye hitap etmesini istedik. 18 ayar ve pırlanta hepsi. Bana göre mücevher, 18 ayar altın ve pırlantadır. Böyle bir şey yaparken maliyeti düşürmek için daha aşağıya gitmek istemedim. Tabii daha gramajı düşük olanlar var, az taşlılar var. Ve küpelerin hepsi tek tek satılıyor. Benim gibi kulağında birkaç delik olanlar istediklerini alabiliyor.
 
İnsan bedel ödedikçe olgunlaşıyor çünkü...
 
Hatasıyla günahıyla bu hayat benim ve hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum. Çünkü o yanlışlar da bana bir şey öğretti. Hepimiz hata yapıyoruz, bu hatalardan ne kadar ders aldığımız ve ne kadar yaralandığımız önemli. Her türlü hatamın arkasında durdum, her türlü sözümün arkasında durdum. Pek beni dönerken göremezsiniz. Çok zarar görmüyor muyum, görüyorum tabii zaman zaman. Oradan döndüğüm zaman, ben, ben olmaktan çıkarım.
 
Bu söyledikleriniz aklıma, sizin yıllar önce ‘Çocuklar Duymasın’ dizisinden uzaklaştırılmanız getirdi. Ama yıllar sonra dizide yine siz vardınız...
 
Zaman her şeyin ilacı çünkü. Her ne kadar o zaman ‘Çocuklar Duymasın’dan uzaklaştırdığım söylense de, ben ayrılmak istedim. Bu kadar gündemi meşgul etmeye gerek olmadığını düşündüm ve Birol’a ‘Ben gideyim’ dedim. Birol’la tabii bir kırgınlığımız oldu ama oradaki hiçbir arkadaşımla en ufak bir kırgınlık yaşamadım ve onlar benim hayatımda kalmaya devam ettiler. Sonra biz yine aynı çatı altında, kırgınlıkları barıştırarak, hatalarımızı ortaya koyup konuşarak geri döndük. Çünkü ben, Aman diziden beni atmasınlar diye mutsuz bir evliliği devam ettiremem ki! O zaman hep başkaları ne der diye düşünür ve ‘cici kız  görüntüsü altında bir hayat yaşamaya başlarım ve o zaman ben ben olamam! O zaman ben kendi hayatımdan vazgeçip sizin tercih ettiğiniz hayatı yaşamaya başlarım.

İnsan mutluyken hayatına güzellikler geliyor

Tarzınızı nasıl tanımlarsınız?

Her zaman takılabilir. Şu kulağımdaki küpeleri çok rahat bir gece düğüne giderken güzel bir elbisenin üzerine de takabilirim. Ama blue jean’le de takabilirim. Spor taytımla da kulağımda kalabilir. Bana göre zamansızlar. Ben biraz öyle olması taraftarıyım. Sonuçta bir bütçe ayırıp bir şey alıyorsam, senede üç kere takacağıma, kasada tutacağıma, ona öyle bir para vereyim ki onlar hep benim üzerimde dolaşsın istiyorum.
 
Nasıl gidiyor satışlar?
 
Güzel gidiyor valla. Kermesteydik geçten hafta. ‘Mücevherleriniz nerede?’ diye geldi hanımlar, mutlu oldum çok. Çok seçenek var; 138 parça satışta.
 
Yakında mağazanız olur mu?
 
O çok zor, çünkü ben kontrol manyağı bir kadınım. İki sene önce ayakkabı-çanta koleksiyonu yaptım. O zaman kontrol bende değildi, hakim olamadım meseleye. Her şey elimin altında olacak. Dolayısıyla mağaza çok zor, ben o mağazada oturmak isterim çünkü. Diğer tarafları da yapmak isterim. Oraya koş, buraya da koş, televizyona da çık, çocuğa da bak derken buna can dayanmaz. Bir süre sonra deliye bağlarım. Akıl sağlığım için açmamam lazım.
 
Kontrol manyaklığı yormuyor mu?
 
Yoruyor. Ama başka türlüsünü bilmiyorum, ben böyle doğdum. Başak burcuyum belki ondan. Annemin de etkisi var tabii... Bir gün ojemin kenarı çıkamaz, saçım yamuk olamaz, kaşım gözüm bir yerde mümkün mü gezeyim? Annem hemen ‘Bu ne hal’ derdi zaten. Öyle büyüdüm.
 
Kızınız size mi benziyor?
 
Tipi aynı babası, ama içi aynı ben. Mesela kızım gözlük takıyor benim. Ama 6 yaşında bir çocuktan bahsediyoruz; bazen terliyor çıkarıyor, bazen de bir yerlerde unutulabiliyor. Ben böyle zamanlarda tabii ki ‘Niye unuttum tatlım’ diyorum. Ama bunun için çocuğumu odalara kapatıp zincirlemiyorum, böyle bir anne değilim. Geçtiğimiz akşam bir arkadaşının evine gitti. Herhalde çok koşuşturup oynadılar, gözlüğünü çıkartmış, orada unutmuş. Eve geldiklerinde, ‘Annem bana çok kızacak’ diye zırıl zırıl ağlıyormuş.
 
Diyorlarmış ki annen sana kızmaz, baba akşam eve gelirken alacak gözlüğü ama yok ağlamaya deva  ediyor. Bu arada evde ekstra gözlük de var, ama malı orada kaldı ya; kalmayacak! Malı çok kıymetlidir, kolay kolay kaybetmez, zarar vermez ama tabii bir zaman sonra paylaşmamaya da varıyor. Benim de malım kıymetlidir. Ama ben eşyaya hizmet etmiyorum, eşya bana hizmet etsin. Kaybolursa da, canımız sağ olsun...
 
Ne hayal ediyorsunuz kızınız için?
 
Hiçbir şey. Çünkü ben kendim için de hiçbir şey hayal etmedim. Sadece hayata tek istediğim şey vardı; mutlu olmak. Çünkü insanın mutlu olduğu sürece hayatına güzellikler geldiğine inanıyorum. İkincisi de başarılı olmak. Bunlar benim hayatta takıntılı olduğum şeyler. Çok şükür çok mutluyum.
 
Deli ruhlu bir kadınım istediğim gibi yaşıyorum

Şöhretin bedeli deniyor buna...
 
Bir zamanlar evet, ben de kapılmıştım buna. Aman hep saçlarım yapılı olsun, hep makyajlı olayım... Neden ya? Spordan çıktıktan sonra da kirpik takmış gezemem ki! Bir dönem mutlaka evinde fotoğraf çektirmelisin deyip duruyorlardı. Hayır, niye ki? Orası benim evim, benim özelim! Ben niye herkese yatak odamı açayım ki? Evet, göz önündeyim, merak ediliyorumdur ama yatak odam merak edilmese de olur. Şimdi kendi istediğim gibi yaşıyorum.
 
Gerektiğinde vazgeçebilme lüksünün de getirdiği bir şey bu...
 
17 yaşından beri çalışıyorum. Kendimce yaptığım bir şeyler var. Maddi ve manevi... Dolayısıyla artık onu yapabilecek gücü kendime buluyorum, ama bir de ben deli ruhlu bir kadınım. Küçükken de böyleydim. Hep karşı gelirdim. Mesela moda olan neyse onu giymezdim. Sırf aynı olmasın diye. Belki aptalca ama öyleyim işte. Bu da benim.
 
Eşinizle işleriniz, birbirlerini destekleyen işler mi?
 
Alakası olmayan işler. O da ticaret yapıyor ve aynı ofisin içindeyiz. Her dakika birbirimizin destekçiyiz. O mutlu yaptığı işten. Biz evlenirken ‘Doktorlar’ dizisinde oynuyordu ve çok ağır bir tempoda çalışıyordu. Ailede iki kişi birden aynı işi yapıp ağır tempoda çalıştığınızda çok dengesiz bir şey oluyor, birbirinizi görememeye başlıyorsunuz. O temposunu yavaşlatmayı düşünüyordu. Bir yandan da, ‘Bu iş var evet, ama ben bir iş yapmalıyım’ düşüncesi onda da vardı. Şimdi cazip bir şey gelse, yapar mı, yapmaz mı bilmiyorum? Çalışma şartları cazip gelirse belki döner. Yağmur benim gibi değil, ben tutkuluyum o değil.