BURADA BİR KAÇ KONU HAKKINDA SİZLERLE YAZILARIMI PAYLAŞMAK  İSTİYORUM                                 

İTTİHAT VE TERAKKİ'YE YÜKLENMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

                  Son Osmanlı Hükûmeti, tam olarak vatan müdafaası için Birinci Dünya Savaşı'na girmiştir. Entente, yani İtilâf Bloku, Osmanlıların tüm yakınlaşma ve ittifak taleplerini geri çevirmiştir. Zira, Rus kuvvetlerine kıta Avrupası'nda büyük ihtiyaç duyan İngiltere Rusya'yı yanında tutabilmek için tüm hinterlandıyla birlikte İstanbul ve Boğazları söz vermiştir. Polonya esasen Çarlığa dahil olduğu için, Rusya için savaşı anlamlı kılacak tek hedef İstanbul ve Boğazlar olmuştur. Liman von Sanders Krizi sırasında yapılan 8 Şubat 1914 tarihli Rus Bakanlar Konseyi toplantısının tutanakları her şeyi ortaya koyar... Osmanlıların Almanya yanında savaşmaktan başka bir çaresi olmamıştır. Rusya'nın Boğaz çıkışını mayınlamaya başlaması, doğru dürüst karayolu yokluğunda Doğu Cephesi'nin ikmalinin sadece Hopa üzerinden sağlanabilecek olması nedeniyle, ayrıca o sırada Çanakkale'de ihdas edilmiş bulunan İngiliz ablukasıyla birlikte düşünüldüğünde Osmanlılar için yaşamsal tehdidi çok daha yakına getirmiştir. 29 Ekim Karadeniz Hadisesi'nin nedeni de budur.
           Son beşi 19ncu yüzyılda olmak üzere Çarlık'la 13 kez savaşmış Osmanlılar bir dünya savaşı koptuğunda mı Rusya'yla savaşmamayı düşünecek, onların iyiniyetine bağlı olarak mı yaşamını sürdürmeyi ümit edecekti! 1840'lardan itibaren bütün Kafkas halklarını önlerine katıp sürükleyen Ruslar, kışlık üniformalarımızın yetişmesini bekleyecek kadar ne zaman centilmen oldular!İngiltere dahil hiç bir ülkede savaşa giriş kararı Parlamento tarafından alınmamıştır. Venizelos da tek başına hareket etmiştir. Tüm Balkan devletleri yıllar boyu Türklere ve Müslümanlara ne yaptılar? Bizim dışımızda herkes çoktan milliyetçi ve ırkçıydı! Sırp Kralı'nın o tarihte Çar İkinci Nikola'ya yazdığı mektup, 1911'de Stolypin'in Duma'da Polonyalı sözde milletvekillerine yaptığı konuşmayı, daha Mora isyanı sırasında Adamantios Korais'in Türkler için hangi ifadeleri kullandığı biliniyor mu? Birinci Dünya Savaşı tam bir vatan müdafaasıdır! Yedi düvelin üzerine çullandığı Osmanlı'nın canhıraş feryatlarını görmeden onları olmadık ve olmayan bir Türkçülükle suçlamanın, basit bir derin devlet suçlamasıyla Türk tarihinin en kritik dönemini izah etmeye kalkışmanın olanağı yoktur! Taşnaksutyun, hükûmetten imkânsızı başarmasını, tarafsız kalmasını ya da İngiltere'yle Fransa'nın yanında savaşmasını istemniştir. Bunlar kesinkes imkân dışıydı! Birinci Dünya Savaşı ve sonraki mücadelemiz, bizim için bir "Finest Hour"dur! Çanakkale, Kut, Kanal, Sina, Filistin, Galiçya, Sarıkamış, Selmanıpak, hepsi gerekli cephelerdi! Şehitlerimizin ruhu şad olsun!

                                 Ve Bir Başka  Yazım

TBMM’de en son ne zaman bir tarihçi bulundu? Toplam kaç tarihçi TBMM üyesiydi? Resmî tarih mi, yoksa sadece çap eksikliği mi?

Tarihi, “olayları çıkarlarımızca yorumlama” sanatı olarak tanımlamak eksik ve biraz fazla “simplicist!” Tar,h, çok daha “intelligently” inşa edilen bir alan ama Batı’ya ait bir sanat!

Türkiye Cumhuriyeti niçin Jön Türklerin hatırası adına, İkinci Meşrutiyet’in 100ncü yıldönümünde bir anma serisi dahi çıkartamadı? Paradoksal gözükse de aslında “resmî tarihi” olmadığı için! Resmî tarih, birinci sınıf devletlerin işidir… Biz henüz değiliz… Bu yüzden hâlâ İngiliz anlatımına inanıyor, modernizmi ve modern Avrupa’yı doğuran Birinci Dünya Savaşı’na niçin girmek zorunda olduğumuzu; bunun niçin ancak Almanya safında olması gerektiğini; sonuna kadar savaşa devam edebilmiş dört aslî muharip taraftan biri olduğumuzu da anlayamıyor ve o andaki “finest hour”u kavrayamıyoruz. İşte başkasının resmî tarihinin bizi getirdiği yer…

Balkanlar’daki acılarımızı hatırlamak da ayıp oldu! Bu da pseudo-liberallerimizin bizi sürükleyip bıraktığı yer! Türkiye’de kelimenin gerçek anlamında “resmî tarih” olsaydı, bu noktaya gelinmezdi… Çapsızlık ve derinlik eksikliği ile resmî tarih birbirine karıştırılmamalı! Gerçek resmî tarihler, Boer ve Herero soykırımlarını işte böyle unutturur. Türkler Balkanlar’dan “Turkey out of Europe” sloganları eşliğinde nasıl atıldıklarını ve yarım milyon sivilin hayatını kaybettiğini işte aynen böyle unuturlar…

Tüm bunlar bir başkasının başına gelseydi, yüzüncü yıldönümü yaklaşırken müthiş bir aktivizm içinde olurlardı! İlk sayısından 2006′daki son sayısına kadar Belleten’i karıştırdım, Balkan harpleri adına hiç bir şey yok!

Tarih televizyon kodamanlarının elinde kaldığı müddetçe hep İkinci Lig’de üst sırada olacağız… Fakat yine de anlaşılmadık bir beceriyle bugün olduğu gibi olağanüstü işler başarıyoruz… Doğrusu, gazetelerinde “obituary” sayfası olmayan, hatırlama va anma tekniği gelişmemiş bizler için yine de fena değil!

Nihayet, unutmayalım, “geleceği kurtarmak ve geliştirmek” dediğiniz şey müthiş bir tarih bilinci gerektirir! Académie Française’in web sitesine girmenizi ve ta 1635′e kadar yapılan anma konuşmalarının metinlerinin hepsinin orada yer aldığını görmenizi isterdim! Resmî tarihimiz olmadığı için İstanbul’un fethini hem de çok banalca kutluyoruz! Dikkat buyurun, hak vereceksiniz… Resmî tarih özgüven demektir! Bizdeki evrensellikten kopukluk, çapsızlık ve büyük bir unutuş! O kadar!

Kaptaderya-Sharkhisar

      The New 19th Century

The 19th Century has not ended with the outbreak of the First World War.
Nor the 21st Century has started with the implosion of the Soviet Union.
Apart from mainly the 1960s and the vicinity, when the heightened tensions of the Cold War paradoxically led to an exalted sense of being present along with a noble quest for staying power, hence first-class creativity, the 20th Century is a robbed phenomenon. To be precise, we were robbed of the chance to experience it in the way it were supposed to be and as prepared for us with the higher archetypes of the preceding century...
In this Hegelian sense, living in modern times is an unfinished business!
Yes, the 19th Century has not ended... On the contrary, while many of the better traditions wrought against many odds throughout the 1800s withheld themselves on the face of the onslaught of the ephemereal, what should have been left behind in that era as pieces of wrong/Frankensteinish experiences found ways to exert themselves. Chivalric values and true intellectualism; respect for mores and the whole cluster of humane romanticism; all ridiculed, misunderstood, and despised, sent to oblivion by those who were supposed to protect, and finally transcend them.
Unbeknownst to us, we were left alone only with its decadent features... Caught unawares, we shortchanged the true heritage of the 19th Century for the wrong track which, by and through the First World War, elongated itself into the vast stretches that were supposed to belong to the so-called 'victorious' 20th...
The task to rediscover the higher experience and values that were left behind, indeed, to save them, and enable the new generations to be enlivened by them, belongs to the sons and daughters of the light; those who feel this responsibility, who carry within themselves the seeds of this ambition to turn back and see the future...
We must turn back and see the future!
This is the only way to avert the final triumph of the non-sensical; the betise; the non-consequential; the thousand electronic fixes that surround and enslave us; the constant sidetracking and the silly search for what should never satisfy... In fact, the new century cries for the triumph of what is seen as truly outmoded and ridiculed... That we arrive to decency and grace, that true happiness be our lot, will not be realized with the constantly renewed aggression of the so-called 'modern' where the victory of shoddiness and devaluation is embedded.
Once again, we need to be individuals, yes, but individuals who belong to larger entities and traditions, larger currents, and larger ideas... We need new heros and we need heroism...
This is why, and for the lack of it, that our souls crave for the redemption of all that we sense were taken away from us.
We must reconnect to the chains that we were told to break off!
We must as well understand why George F. Kennan decided to severe his links with the so-called 'today.'
We need to understand better what Mustafa Kemal Ataturk of Turkey wanted to achieve as he started his own long walk at Samsun, 87 years ago today on 19 May 1919.
We need to see what Ortega y Gasset yesterday and Jacques Barzun today are trying to tell us.
We must find a way to catch the deeper meaning of the D'Amato Opera and why its founder said that opera has been his salvation.
We must wonder why Salvatore Adamo is not as famous in the West as he is in Japan and what should this tell us.
We must think why Jules Romains said that there could only be two kinds of human interaction; encounters and rendez-vous.
In a world where the highly unqualified Aaron Brown addresses as 'Sir' to a porno-star on CNN, and as we lay down in front of our TVs waiting for our daily dose of shoddy intellectualisms, spins, and misinformation, as we pay our dues to successful mediocrities ever running through different rat races unable to process vital information, the rediscovery of the 19th Century will truly be a resurrection!
Sharkhisar-Kaptaderya