Türkiye haziranda sandık başına gidiyor.  Ancak bu seçim yeni anayasa ve başkanlık konusunda da belirleyici bir rol oynayacak. Geçmişte Türkiye’yi yöneten tüm liderlerin ideali olan ‘Başkanlık sistemi’ her döneme damga vurarak tartışmaların odağı oldu. 

Türkiye'nin sandık başına gitmesine yaklaşık dört ay kaldı. Haziran ayında yapılacak seçimlerde son sözü yine millet söyleyecek. Ancak bu kez seçimler, sadece ülkeyi yönetecek kadroları belirlemekle sınırlı kalmayacak, yeni anayasa ve başkanlık sisteminin geleceği konusunda da en büyük anket olacak. Halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Türkiye'yi şahlandırır, uçurur" diye tanımladığı "başkanlık sistemi", aslında Türkiye'nin gündemine ilk kez gelen bir konu değil. Turgut Özal'dan Süleyman Demirel'e, Alparslan Türkeş'ten Necmettin Erbakan'a kadar pek çok lider, konuyu farklı zamanlarda ülke gündemine taşıdılar. Ancak Türkiye, Cumhuriyet'in ilanından sonra bir çok kez gündeme gelen "başkanlık sistemi" modeline, bugünkü kadar yaklaşmamıştı. 

ATATÜRK ÇANKAYA'DA FİİLİ BAŞKAN GİBİYDİ 

Tartışma ve yeni model arayışları aslında yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna ve öncesine kadar uzanıyor. Kimi çevreler, resmen adı konulmasa da, Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı dönemini "fiili başkanlık" olarak niteliyor. O dönem, Fransa'daki gibi Başbakan ve Bakanlar Kurulu vardı. Ancak devlet, fiili olarak Çankaya'dan yönetiliyordu. İsmet İnönü, Celal Bayar'ın cumhurbaşkanlıkları dönemleri ile "Yeter Söz Milletin" sloganıyla iktidara gelen Adnan Menderes'in başbakanlığı sürecinde de, başkanlık sistemi ile örtüşen uygulamalar yaşandı. 

BÜYÜMEK İÇİN 'GÜÇ' TEK ELDE OLMALI

MHP'nin efsane lideri Alparslan Türkeş de, bugünkü parti yönetimi karşı çıkmasına rağmen "Başkanlık" modelini savunmuştu. Türkeş, Başkanlık sisteminin tarifini 1979'da yayımladığı “Temel Görüşler" adlı kitabında sıralarken şu ifadeleri kullandı: Milliyetçi hareket, tek başkan, tek Meclis sistemini savunur. Çağımız kuvvetli, adil ve hızlı icra çağıdır. Türk milleti, dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde kuvvetli, adil ve hızlı icra sistemini uygulamıştır, kuvvetli ve hızlı icra, icra gücünün tek elde toplanmasıyla mümkündür. Bunun için tarih ve töremize uygun olarak başkanlık sistemini savunuyoruz. MHP'nin bugünkü yönetimi ise partinin kurucusu Alparslan Türkeş'in aksine, sisteme karşı çıkıyor. MHP'nin parti tabanında da rahatsızlık yaratan bu duruşu "Başbuğ'un ideolojisinden sapma" olarak eleştiriliyor. 

Özal'ın en büyük rüyasıydı 

Başkanlık sisteminin doğrudan tartışılmasını sağlayan çıkış ise 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'dan geldi. 12 Eylül darbesi sonrasında ANAP'ın başında tek başına iktidar olma başarısı gösteren Özal, 1987'den itibaren konuyu halkın gündemine yoğun olarak taşımaya başladı. 23 Nisan 1987'de Hürriyet gazetesine verdiği röportajda, "Ben, Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesini daha demokratik görüyorum. Çünkü Cumhurbaşkanı'nın epey yetkileri var. 1961 Anayasası gibi değil. Partiler aday gösterebilir veya dışarıdan aday gösterilebilir ama Meclis yerine Cumhurbaşkanı'nı halk seçmelidir" diyordu. O dönem konu, Milli Güvenlik Kurulu'na (MGK) kadar taşınsa da, uzlaşma sağlanamamıştı. 

10 KİŞİDEN 7'Sİ 'EVET' DEMİŞTİ 

Özal'ın, bu konuda elini güçlendiren unsurlardan biri kamuoyu araştırmalarıydı. Konda'nın 1988 Ocak ayında yaptığı kamuoyu anketinde vatandaşa, "Cumhurbaşkanı'nı kim seçsin" diye soruldu. %70.4 oranında "Halk seçsin" sonucu çıktı. ANAP'lı seçmenin % 72.7'si, SHP'lilerin 70.8'i, DYP'lilerin de % 61.4'ü Cumhurbaşkanını halkın seçmek istediğini göstermişti. 

"ÇANKAYA" GERİLİMİ ALEVLENDİRDİ 

Turgut Özal, 1989'da ANAP'ın Meclisteki çoğunluğundan da yararlanarak 8. Cumhurbaşkanı seçildi. Ülke o günleri "taraflı- tarafsız Cumhurbaşkanı" tartışmalarıyla geçirdi. Önce Yıldırım Akbulut, ardından Mesut Yılmaz, "Başbakan" olarak çalıştı. Özal, o dönem koalisyonlar konusundaki endişeleri dile getiriyor ve Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesi gerektiği söylemini yineliyordu. Bu görüşünü, TÜSİAD'ın "Görüş" adlı dergisinde de dile getirmiş "İlk 10-15 ülke arasına girmek istiyorsak, başkanlık sistemi şart" demişti. 

PROF. DR. KUZU'DAN ÇALIŞMA İSTEMİŞTİ 

Özal, başkanlık sistemini ölünceye kadar savundu. Vefatından üç hafta önce, o dönem Danışmanlığını yapan, bugünün AK Partili Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu'dan bir çalışma yapmasını istemişti. Prof. Kuzu, Özal'ın önce parti kurmak istediğini belirtirken, "Güçlü gelirse başkanlık modelini düşünüyordu" demişti.

Türkiye'ye özgü model önerisi

Peki Özal nasıl bir model düşünüyordu? Özal'ın ABD modelinden çok Fransa'daki gibi bir yapı istediği belirtildi. Hüsnü Doğan'a göre Özal'ın kafasındaki model şöyleydi: 
- Başkanı dört yıllığına halk seçecek. 
- Başkan, en çok iki dönem görev yapacak. 
- Kabine, Meclis dışından olacak. 
- Bakan sayısı azalacak, 17-18'le sınırlandırılacak. 
- Yerel yönetimler güçlendirilecek.

Hükümeti Başkan seçmeli

Özal döneminde eleştirilerini dile getiren 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, ilerleyen dönemde "başkanlık modeli"nin ateşli savunucularından biri oldu. Demirel, koalisyon kavgalarının gölgesinde, "istikrar", "yönetebilirlik" ve "küreselleşme" gerekçeleriyle başkanlık sistemini istiyordu. En çarpıcı çıkışlarından birini de, 1997'nin Eylül ayında Mısır'a yaptığı ziyaret sırasında uçakta yaptı. 

HALK SEÇSİN! 

Demirel, Cumhurbaşkanı'nın beş yıllığına en fazla iki kez halk tarafından seçilmesini ve hükümeti de, halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı'nın kurmasını istiyordu. Koalisyonların istikrarsızlığa atıf yapan Demirel, "Ben geçen dört yıl üç ayda altı hükümet onaylamışım. Bu kadar değişiklik fazla. Türkiye, başkanlıktan kaçamaz" diyordu.  

"SİSTEM ESKİDİ" 

Demirel, Tansu Çiller'den Mesut Yılmaz'a kadar başbakanlarla yaşadığı polemiklerin gölgesinde "Türkiye'de sistem eskidi" diyordu. 1998'de bir çıkış daha yaptı: Halk tarafından seçilecek başkan, bakanlarını milletvekilleri arasından seçmeyebilir.

TBMM'DE SÖYLEDİ 

Demirel, düşüncesini 1 Ekim 1999'da TBMM yeni yasama yılına başlarken de dile getirdi: Cumhurbaşkanı, iki turlu seçimle, halk tarafından seçilmelidir.  
Demirel'in bu çıkışları özellikle muhalifler tarafından sert bir dille eleştiriliyordu. O dönem Başbakan Yardımcısı olan DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, "Başkanlık demokratik değil" değerlendirmesini yapıyordu. 

DİKTATÖRLÜĞE YANIT 

Başkanlık tartışmalarında "diktatörlük" yakıştırması Özal ve Demirel'e karşı da belli bir kesim tarafından yapılıyordu. 25 Mayıs 1998 tarihli Cumhuriyet gazetesi, "Diktatörlüğe kadar gider" başlığıyla hassasiyeti ortaya koyuyordu. Demirel ise yapılan eleştiriler karşısında, "Bu başkanlık sistemi hiç kimseye lazım değil de bana mı lazım? Kimseye lazım değilse, bana da lazım değil. Bilen varsa söylesin istikrarın çaresini" diyecekti. 

Erbakan 38 yıl önce önerdi

Eski başbakanlardan Necmettin Erbakan'ın da, hayata geçirmeyi planladığı düşüncelerinden biri "başkanlık" modeliydi. Hatta bu beklenti, Milli Selamet Partisi'nin (MSP) 5 Haziran 1977 seçimleri için hazırladığı Seçim Beyannamesi'ne dahi girmişti. MSP Beyannamesi'nin "MSP'nin Anayasa'da Yapacağı Değişiklikler" bölümünde "Başkanlık sistemine geçilmesi" vaadi yer alıyordu. Bu vaadin hemen ardından "Başkanın doğrudan doğruya millet tarafından seçilmesi" maddesine yer veriliyordu. Erbakan ve kurmayları, ilerleyen yıllarda da bu tavrını sürdürdü.