Daha önce İslam'a ve arabesk dinleyenlere hakaretlerde bulunan Fazıl Say, şimdi de Sezen Aksu'ya saldırmaya başladı.

Minik Serçe Sezen Aksu'ya yönelik sosyal medyada yaptığı ağır hakaretlerle dikkat çeken Fazıl Say, Radikal gazetesinden Cem Erciyes'e verdiği röportajda bu hakaretlerini sürdürdü.

Say, Türk müziğinin dev ismi Sezen Aksu'ya yönelik eleştiri bombardımanını bu röportajında da sürdürdü. Sezen Aksu'yu, yıllarca AK Parti karşıtı görüşlere sahip kişilerin sanatından beslenmekle eleştiren Fazıl Say "Hem o insanlardan besleneceksin, hem de bugünkü düzene ses çıkarmayacaksın, olacak iş mi" dedi.

İşte Fazıl Say'ın daha önceki hakaratleri:

İSLAM'A HAKARET ETMİŞTİ

Sava Twitter hesabından İslam'a şu cümlelerle saldırmıştı: "Irmaklarindan saraplar akacak diyorsun, cenneti ala meyhane midir? Her muminine 2 huri verecegim diyosun, cenneti ala kerhane midir? Bilmem farkettiniz mi ama nerde yavşak adi magazinci hırsız şaklaban varsa hepsi allahçı, bu bir paradoks mu?"

EZANI OKUYAN MÜEZZİNLE DALGA GEÇMİŞTİ

Say'ın sosyal paylaşım sitesi Twitter'da kendi sayfasında paylaştığı "Muezzin 22 saniyede okudu aksam ezanini yahu. Prestissimmo con fuco!!! Ne acelen var? Sevgili? Raki masasi?" twitiyle sosyal medyada ortalık karışmıştı.

DİNE HAKARET ETMİŞTİ

Dini değerlerle dalga geçen Fazıl Say, Twitter'da "Tanri, ugruna yasayacagin bir sey mi olecegin bir sey mi yoksa hayvanlasip oldurecegin bir sey mi ?? Bunu da dusun!!" twiti ile dine hakaret etmeye devam etmişti.

ARABESK DİNLEYENLERE YAVŞAK

Fazıl Say, Facebook hesabından da arabesk dinleyenler için, “Arabesk müzik, arabesk yaşam tarzının betimlemesidir. Aydınlığın, çağdaşlığın ve öncülüğün, sanatçılığın sırtına külfettir. Emek karşıtıdır, duyarsızlıktır ve yaratamamaktır! Etik dışı “yalan dolanla” doludur. Ortadoğu işi, 3. sınıf, acındırmaca, tembellik, yeteneksizlik, rant, çamur, muallaklıklar üzerinden yaşar. Arabesk müziği yapan yapsın! Bu sayfaya tek gık diyeni yukarıdaki sebeplerden hemen atacağım! Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum, utanıyorum, utanıyorum” diyerek hakaret etmişti.


İŞTE O ROPÖRTAJ:

Say, Türk müziğinin dev ismi Sezen Aksu'ya yönelik eleştiri bombardımanını bu röportajında da sürdürdü. Sezen Aksu'yu, yıllarca AK Parti karşıtı görüşlere sahip kişilerin sanatından beslenmekle eleştiren Fazıl Say "Hem o insanlardan besleneceksin, hem de bugünkü düzene ses çıkarmayacaksın, olacak iş mi" dedi.

Albüm 20 yıl önce yaptığın bestelerden oluşuyor ama üzerlerinden tekrar geçmişsin, hemen hepsinin 2013 versiyonları da var. CD nasıl bir süreçte ortaya çıktı?

Bunların hepsinin melodisi 1994 yılında benim bestelediğim şarkılar. 15-20 tane daha var. Onları da başka albümlere toplayacağım. Burada olmayan başka Nâzım’lar, Metin Altıoklar var; onlar bu CD’deki bestelerle birlikte Nâzım Oratoryosu ve Metin Altıok Ağıtı’nın gövdesini oluşturmuşlardı. Birkaç tane Cemal Süreya’m var mesela. İkinci versiyon derken, mesela Orhan Veli’yi kanunla çalıyoruz. Uzunca bir kanun piyano diyaloğu bıraktık ‘İstanbul’u Dinliyorum’un sonuna. ‘Ben Efkârlanırım’ın başına sonuna bir şeyler ekledim mesela. Can Yücel’in ‘Sardunya’sı sadece piyano ve vokaldi, bir sekstet gibi oldu, keman, viyalonsel filan eklendi.
Neye göre seçtin, şiirler mi etkili oldu, besteler mi?

Herhalde bunlar ilk şarkılar naif konseptine daha yatkın olanlar. Bir de, öbürlerinin yapmak istediğim halleri daha uzun sürerdi, bu şarkılar daha kolaydı. Bu albüm biraz spontane oldu. Serenad (Bağcan) çok güzel söylüyor. Biz onu, Sertab’ın gelemediği bir provada keşfettik. Ben aklımda tuttum. Sonra Zeynep Altıok dedi ki “Babamın şarkılarını toplayacağım ve bir Metin Altıok albümü yapacağım”. İçinde Sezen’in ‘Kavaklar’ı da olacak, Çiğdem Erken, Yavuz Bingöl, Güvenç Dağüstün’ün söylediği şarkılar da olacak, benden de bir şey olacak. Birçok Metin Altıok bestelemiş insan var. Zeynep “Oratoryo kaydından şunları şunları alayım” dedi. Ben, ‘Düşerim’ ve ‘Bu Kekre Dünyada’yı yeniden kaydetmek istedim, daha iyi olur diye. Serenad’ı aldık bu kayda girdik. Onun provasındayken “Şu Orhan Veli’lere de bakalım mı?” dedim. O akşam düşündüm kendi kendime, bu ilk şarkılar 20 yıl önceki şeyler belki ama Serenad çok doğru bir ses kültürü. Hem klasik biliyor hem türkü geleneği var. Bu şarkıları söyleyecek kişinin popüler geleneğe de yakın olması, mikrofon kullanmayı da bilen bir ağzı olması lazımdı, onda bütün bunlar var. Tabii klasiği de bilmesi lazım, kimseye oturup da bu notaları öğretemezsin. Oturduk Metin Altıokları kaydettik, Zeynep’e verdik. Ben dedim ki “Sen çalış, gelecek ay da diğer sekiz şarkıyı çıkartalım”. Yaptık, iyi de etmişiz...

Son dönemde arka arkaya pek çok kayıt çıkarttın ama en çok bu ilgi çekti. İçinde şiir olmasının, tanınmış şairlerin bulunmasının da etkili olduğunu düşünüyorum, ne dersin?

Bu şairleri zaten bilen insanlara hatırlatmış olduk. Bir de bilmeyen nesil var onları da tanıştırmış olduk. Emin ol ki yeni jenerasyon Can Yücel’le Cemal Süreya’yla yatıp kalkmıyor. Bu yeni jenerasyonu da tanıştırmak lazım. Bu, albümün bir görevi ve sorumluluğu oldu. Biliyorsun popüler müzikte insanlar kendi şarkı sözlerini kendileri yazıyor. Bunda şarkı sözü diye bir şey yok, şairlerin şiirleri bunlar. Bu, bir yandan bir edebiyat çalışması.

1994’te bu şiirleri bestelediğin zaman Almanya’daydın. Kendinle baş başa kaldığın, bu şiirleri çıkartıp onlarla haşir neşir olduğun bir dönem. O dönemi nasıl hatırlıyorsun?

Türkiye Yazıları dergisini çıkartan babamın dostlarıydı onlar. Ben 7-8 yaşında bir çocukken Cemal Süreya’yı, Metin Altıok’u, Can Yücel’i filan tanırdım. Rakı sofralarında, Ankara Tavukçu Restoran’da gece geç saatlere kadar masada otururdum. Tabii bu o adamları tanıyorsun demek değil ama en azından insan olarak onların eline dokunmuşluğun var. 20’li yaşların başında şiiri sevmeye başladığımda okudum onları. Okuyunca bu şairlerin ve onların sözlerinin ne kadar güzel, derin ve yaşamsal olduğunu keşfettim. Albümdeki listede Turgut Uyar, Attila İlhan, Edip Cansever filan eksik. Benim çok güzel bir ‘Göğe Bakma Durağı’m var. O ikinci albümün ilk şarkısı olacak mesela. Albümdeki şu 10 tane şiiri toplasan ve “Ne demek istiyor?” diye sorsan, “ Dünya halini insan olarak anlatmak istiyorlar. Türkiye’nin gözünden” yanıtına varırsın. Hepsi burada buluşuyorlar. Bu şairlerin hepsi insan ve dünya üzerine konuşuyorlar, özgür ve hürler, onu hissediyorsun. Ve politik de değiller.

Dünya şiiriyle karşılaştırdığında nasıl buluyorsun?

Ben İngilizceye Almancaya hâkimim, şiir, roman okuyabileceğim dillerdir. 20. yy bu adamların şairlerine baktığında, bizimkilerle karşılaştırdığında bu Mercedes’le TOFAŞ karşılaştırması olmuyor. Tam tersine bizimkiler şampiyonlar liginde bu sefer. Onlardan belki daha iyiler, çok özgünler ve samimiler. Ben bunları hissediyorum. Alman 2. Dünya Savaşı sonrası şiir geleneğini bilirim ve Türk olduğum için belki ama ben bizim şairlerden daha çok hoşlanıyorum.

Metin Altıok’u düşündüğümde de bazen aklıma şu gelir: Sivas’ta hayatını kaybetmiş olmasa, bugün bu kadar tanınan bir şair olur muydu? Bu trajedi ona politik bir kimlik katmış mıdır?

Şunu söyleyeyim: Ben yine onun oratoryosunu bestelerdim, şu şarkılar da olurdu. Bu albüm bir şiir seçkisi. Diğer konuya gelince, sana tuhaf gelecek bir yaklaşımım var. Tamamen haklısın Metin Altıok politik bir kişilik değildi, yani aktivist değildi. Mesela Aziz Nesin gibi biri değildi. Altıok, Bingöl’ün Genç ilçesinde 10 yıl hocalık yapmış, şiirlerinde hep o yalnızlık, çektiği ıstırap filan olan bir adam. Sivas’a davet edilen edebiyatçılar birer aktivist olarak eylem için gitmemişlerdi; Metin Altıok asla gitmemişti. Aziz Bey gitmiş olabilir, o aktivistti çünkü. Tabii aktivist olmak suç değil, insan aktivist olabilir. Unutmayalım orada katiller vardı ve biz ya katillerden yana olacağız ya ölenlerden yana olacağız... Metin Altıok Sivas’ta yakıldığı için değil, büyük şair olduğu için anılmalı. Sivas’ın onun şiirinin önüne geçmemesini sağlamak lazım. Ben oratoryoda bunu güttüm. Bunu gütmek kolay bir şey değil, orası dar bir sokak ve çarpmadan geçmek zor.
Yangın sahnesi vardı ve ilk temsilinde büyük sorun olmuştu.
O, 10’uncu bölüm Altıok’un ölümüyle ilgili. Dokuz bölüm öyle değil ama…

Nâzım için koskoca oratoryo bestelemiş birisin, bu günlerde çok popüler bir önerme var sana şimdi onu sorayım: Bir de Necip Fazıl bestelesen, olmaz mı?


Olmaz, çünkü onun yazdıkları benim hayatım değil. Bu böyle bir gerçek. Eğer ben dindar, düzenli camiye giden bir adam olsaydım o zaman da Nâzım Hikmet’e yakın olmayacaktım; sürekli “Ben camiye gitmem, ben ateistim, komünistim” diyen bir adam Nâzım Hikmet. Burada yaşam biçimleri ayrışıyor. Bu ülkenin politikası gibi. Ama işte o ayrışmanın bu kadar birbirini dışlayacak, kovacak mertebeye dönüşmemesi lazım. Hâlâ tartışıyor olabilmemiz, hâlâ dost kalıyor olabilmemiz lazım.

Şiirlerin bestelenmesi, Türk şiirininin şarkı formuna çevrilmesi çok da popülerdir. Özellikle bir dönem çok yapılırdı, 70’lerde 80’lerde Zülfü Livaneli, Timur Selçuk, Yeni Türkü… Sen bu çalışmaları nasıl bulursun.

Onlar olmasa ben olmam, benim bu çalışmam olmaz. Onlar da bir altyapı. Yalnız benim kendi şarkılarımla ilgili bir şey söylemem lazım: Almanya’daki lied geleneği, Schubert geliyor Goethe besteliyor, Schumann geliyor Heine besteliyor… İngilizler’de Fransızlar’da da olan piyanolu lied geleneği. Bu sadece popüler müzikte olan bir şey değil, aslında klasik müzikten gelme bir gelenek. Bizim o bakımdan klasiklerimiz olması gerekiyor diye düşünüyorum.

Roman, öykü okur mu Fazıl Say?

Altı ay sonra benim bir Sait Faik projem olduğu için son zamanlarda onun eserleriyle haşir neşir oluyorum. Bu projede üç tiyatrocum sekiz müzisyenim iki de şarkıcım var. Bir sahne eserinde şiirler şarkı olur. Peki şiirler kötüyse ne olacak? Sait Faik çok kötü bir şair, süper bir öykücü. Şiirlerinden vazgeçtim ve hikâyelerine odaklandım. Hikâyeden şarkıya nasıl geçeceksin? Ben bir tek edebi cümle yazmayı bile reddediyorum, çünkü yazmanın aynı müzik gibi bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Bu noktada edebiyatçı ve tiyatrocu birinin devreye girmesi lazımdı, Özen Yula’yla konuştum. Öyküleri de tek başına okumak yetmez o zaman çok sıkıcı bir şeye dönüşür. Geçişler için şarkılar lazımdı. O şarkıların sözlerini de Özen yazacak.

Bu, bir opera gibi sanki.

Evet, bu bir semi opera.

Sen hikâyeci bir bestecisin; tam bir opera bestelemeyi hiç düşünmüyor musun?

Düşünüyorum, iki üç yıl sonra büyük kapsamlı bir iş yapacağım.

Libretto?

Ahtamar Adası Efsanesi, bir aşk hikâyesi. Çok da güzeldir hem de Ermeni-Türk meselesidir, oradan çıkan bir şey yapmayı düşünüyorum. Kimin yazacağı çok mühim bir konu. Yaşar Kemal gibi birinin libretist olması lazım ama değil. Libretistler de Yaşar Kemal olamaz. Şu anda böyle bir adam yok.

Sezen’in ağırlığı vardı, belli ki vazgeçmiş

Gazetelerde Sezen Aksu tweet’inle ilgili haberleri görünce şunu düşündüm ki sen ‘yetmez ama evet’çilere çok kızmışsın ve bu kızgınlığın geçmiyor. Öyle mi?

Ben Sezen Aksu’yu yetmez ama evetçi olarak görmüyorum. Toplumda çok söz sahibi olabilecekken, herkesin sevgilisi olabilecekken çok yanlış adımlar atıp bu avantajı elinden kaybetmiş biri olarak görüyorum. Türkiye’nin Edith Piaf’ı konumuna gelebilecekken resmen elindeki topu yaktı, patlattı. Ben de severdim Sezen’i duruş olarak. Cumartesi Anneleri’ne yardım eder, başka konularda duyarlılık gösterir... Mesela ‘Deli Kızın Türküsü’ albümüne filan çok sayıda şair koyduğunu hatırlıyorum. Bir Gülten Akın koyar bir Orhan Veli koyar filan. Bu kadın kültüre değer veriyor diye biliyorum ben onu. Benim meselem referandum değil, şu: Burada bir siyasi parti var, tiyatroların parasını kesti, Gezici diye insanlara bir sürü şey yaptı; tiyatro, opera, bale hepsine kilit vurmak ve tamamen işlevsiz kılmak üzere. Belden aşağı sanat diyor, heykeli yıktırıyor… Kültür sanata karşı böyle bir duruşu olan bir partinin her hangi bir şekilde destekçisi olmak, bir kültür sanat insanı için mümkün olamaz. Sezen’in bir ağırlığı vardı ve belli ki o bu ağırlıktan tamamen vazgeçmiş.

Sezen’in mesela bir İbrahim Tatlıses gibi Tayyip Erdoğan ’la görüntüsünü filan hatırlamıyorum ben. Evet, iktidar partisine karşı eleştirel duruşuyla gündeme gelen bir sanatçı da değil ama sende bu imajını belirleyen tam ne oldu?

Şu anda eleştirel olmayacaksın da ne zaman olacaksın? “Operalar kapatılıyor sen de bir şey söyler misin” diyemezsin İbrahim Tatlıses’e ama Sezen Aksu’nun yapması lazım. Madem Gülten Akın besteliyorsun, Nâzım’ın adını geçiriyorsun o zaman sorumluluk alacaksın. Yoksa bu ne perhiz ne lahana turşusuna dönüşür. Ben de onu dedim

Kaynak:Star Gazetesi