TÜRK Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) tarafından The Marmara Otel'de düzenlenen "Demokratikleşme ve Hukuk Devleti" konulu konferansın açılışında konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz, konferansa davetli olan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun geçirdiği bir ameliyattan katılamadığını aktardı. "LİTERATÜR BÖYLE BİR YAPIYA ANCAK POLİS DEVLETİ TANIMI YAPMAKTADIR"

Demokrasi ve hukuk devleti ilişkisinin demokratik standartların en önemli belirleyicisi olduğunu söyleyen Yılmaz, "Hukuk devletinin kalitesi, demokrasinin sürdürülebilmesi ve içselleştirilmesi sürecinde önemli rol oynamaktadır" dedi. Yılmaz, son dönemlerde başlattıkları programlarla ve yaptıkları çalışmalarla, bu alandaki tartışmalara yardımcı olmaya çalıştıklarını anlattı. Hukuk devletinin; insan haklarına dayanan, insan haklarını koruyan, güçlendiren ve kendisi de koyduğu kurallarla bağlı olan devlet olduğunu belirten Yılmaz, şunları ösyledi: "Kendi kuralına uymayan devlete ise hukuk devleti dememiz mümkün değil, bu yapıya kanun devleti de denemez, literatür böyle bir yapıya ancak polis devleti tanımı yapmaktadır. Hukuk devletini niteleyen en önemli unsur, devletin tüm işlem ve eylemlerinin yargının denetimine tabi olmasıdır. Dolayısıyla, yargının 'bağımsızlığı ve tarafsızlığı' tartışılamaz ve vazgeçilemez ilkeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ilkesinin de, yani denge ve kontrol mekanizmasının da, zeminini oluşturmaktadır. Hukuk devleti anlayışında, ne yasama, ne de yürütme erki, denetimsiz ve sınırsızdır. Yasama da yürütme de hukukla bağlıdır ve denetime tabidir. Elbette, yargı da çağdaş yargı etiği ilkelerine tabi olmalı, tarafsızlığını asla yitirmemeli ve evrensel hukuk standartlarına uygun işlemelidir."

Yılmaz, Anayasal hukuk düzeninin hüküm sürdüğü bir ülkede, hukuk devleti nosyonunun tartışılmasının ilginç algılanabileceğini ifade ederek, "Ancak, bir de yaşadığımız dönemin gerçekleri var ki, bunlara bakınca hukuk devleti nosyonunun ve kuvvetler ayrılığı ilkelerinin

henüz arzu ettiğimiz ölçüde içselleştirildiğinden emin olamıyoruz ve hatta bu konuda kaygılarımız her geçen gün artıyor" dedi. "2013 YILI GELİŞMELERİ DE BU ENDEKSİ NASIL DEĞİŞTİRECEK?"

1996 yılından beri, Dünya Bankası öncülüğünde 210 ülke için gerçekleştirilen "Dünya İyi Yönetişim Endeksi"nin 6 temel unsuru bulunduğunu aktaran Yılmaz, "Hukuk devleti olgusu da bunlardan biri, mesela bir diğeri ise yolsuzluk ve rüşvet ile mücadele; bu altı başlığın hepsini dikkatlerinize sunmak isterim. Hesap verebilirlik, siyasi istikrar ve şiddetsizlik ortamı, devletin etkililiği, denetim kalitesi, hukuk devleti, yolsuzlukla mücadele. Gördüğünüz gibi iyi yönetişimin gerektirdiği tüm boyutlar aslında burada sıralanmış. Dolayısıyla işimiz çok. Bunları tekrar tekrar hatırlamakta, hatırlatmakta fayda var. Demokrasinin içselleştirilmesinin ve piyasa ekonomisinin işleyebilmesinin olmazsa olmaz şartı olan hukuk devleti alanında, Türkiye'nin maalesef, dönem boyunca önemli bir mesafe kat edemediği görülüyor, 2013 yılı gelişmeleri de bu endeksi nasıl değiştirecek? Hep birlikte göreceğiz" diye konuştu. "'PARALEL DEVLET' İBARESİNİ VE ETRAFINDAKİ TARTIŞMALARI KAYGIYLA İZLİYORUZ"

Yılmaz, TÜSİAD'ın çalışmalarından söz ederek, şunları dile getirdi: "Maalesef uzun zamandır hukuk devletinin ülkemizdeki uygulama sorunlarını, özellikle hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkı açısından aksaklıkları çeşitli çalışmalarla dile getirmektedir. Maalesef diyorum, çünkü geriye doğru bakınca ve bugünkü tartışmaları da dikkate alınca, ancak bir arpa boyu yol aldığımızı görmekten üzüntü duyuyorum. Örnekler vermek, eski dosyaları açmak istemem, ancak, bir örnek var ki, değinmeden geçmem mümkün değil. Size, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Sayın Yücel Aşkın'ın tutukluluğu ve Üniversite Genel Sekreteri merhum Enver Arparlı'nın tutuklu olduğu dönemde cezaevinde canına kıyması olayını hatırlatmak istiyorum. Bu dramatik olayda, TÜSİAD olarak adil yargılanma ilkelerini savunduğumuzda, yargıya müdahale gerekçesiyle Anayasaya aykırı davrandığımız iddia edilmişti. Ne ilginçtir ki, bugün, uzun tutukluluğun, temel hak ve özgürlükleri nasıl kısıtladığı, neredeyse on yıl sonra yine Anayasa Mahkemesi tarafından tescil edildi. Geç de olsa, küçük de olsa, hukukun üstünlüğü adına somut bir adım. Bugün yine, merkezinde yargının olduğu sert bir tartışma ve cepheleşmeye şahit oluyoruz. Yargının bir güç mücadelesi alanı haline geldiği, hukukun, siyasi mücadelenin bir aracı haline getirildiği, ağır bir gündem ile karşı karşıyayız. Tartışmanın çeşitli boyutları var; yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları ve ilk defa duyduğumuz bir 'Paralel devlet' olgusu. Derin devlet olgusunu uzunca bir süredir duyuyorduk, şimdi bir de paralel devletin varlığını tartışmaya başladık. Son günlerde sıklıkla duyduğumuz bir kavram olan 'Paralel devlet' ibaresini ve etrafındaki tartışmaları kaygıyla izliyoruz. Paralel yapıların konuşulduğu, devletin temel kurumlarının sorgulandığı bir duruma düşmüş olmaktan da büyük bir üzüntü duyuyoruz, kabullenemiyoruz, benimsemiyoruz." ADİL YARGILANMA UYARILARIMIZ, GECİKMİŞ OLARAK VİCDANLARI YARALAMAYA BAŞLADI

İçinde bulunulan tartışma alanında yeni hiçbir konunun olmadığını belirten Yılmaz, "Bugün yargı bağımsızlığından, adil yargılanma ilkelerine, hukuk devleti gerekliliklerinden yolsuzluk ve rüşvet konularına kadar tüm alanlardaki eksiklerimiz, üyesi olmayı planladığımız AB'nin, her sene Türkiye için hazırladığı ilerleme raporlarında yer alan eleştirilerdir. TÜSİAD olarak, bize 'Kendi işine bak' uyarısı yapılırken bile bu temel uyarlıları yapmaktan biz hiç geri durmadık. Adil yargılanma ilkelerini savunurken 'Kurunun yanında yaş da yanar' gibi utanılması gereken söylemleri hiç dikkate almadık. Ne ilginçtir ki, adil yargılanma ile ilgili uyarılarımız, bugün garip tesadüflerle ve gecikmiş olarak vicdanları yaralamaya başladı. Çeşitli vesilelerle gündeme getirdiğimiz ve bu dönemde programımızın önemli başlıklarından biri olarak ele aldığımız yolsuzluk ve rüşvet konusu da ağır bir itibar kaybı ile karşımıza çıktı" dedi. HSYK ÖNERİLERİ

Yılmaz, HSYK değişikliği konusuna da değinerek, "Hem 1982 Anayasası'na ilişkin hem de 2010 Anayasa değişikliğinde sakıncalarına işaret ettikleri HSYK modelini bir kez daha değiştiren gündemdeki kanun teklifi, söz konusu çatışmayı yürütmenin yargı üzerindeki etkisini biraz daha artırarak aşmaya çalışmaktadır. Böylelikle, kanun teklifi, bağımsızlığı zaten tartışmalı olan HSYK yapısına yeni sorunlar ilave etmektedir.Çözüm, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını gerçekten sağlayacak bir anayasal reformda yatmaktadır. Bu bağlamda 'Yargıda Etik' (2011) raporumuzdaki önerileri hatırlatmak isteriz. Önerilerimiz; Adalet Bakanının ve özellikle bakanlık müsteşarının HSYK üyeliğinin Anayasal düzenlemeden çıkarılması, Adalet Bakanının kalması durumunda, HSYK içindeki yetkilerinin sembolik düzeye indirilmesi, HSYK üyelerinin ağırlıklı olarak yargı mensupları tarafından seçilen yargı mensuplarından oluşması, yürütmenin HSYK üyesi seçiminde rolünün olmaması, yasamanın ise yargı mensubu olmayan belirli sayıda üyeyi, toplamın yüzde 50'sini aşmamak kaydıyla, nitelikli çoğunlukla seçmesi, mesleğe kabulün ön aşaması olan adaylığa kabul aşamasında Adalet Bakanlığı'nın rolüne son verilmesi, yetkinin HSYK'ya verilmesi, HSYK personelinin tamamının HSYK tarafından belirlenmesi, yargıçların uluslararası belgelerde kabul edilen istisnai koşullar haricinde kendi özgür iradeleri hilafına görev yerlerinin değiştirilememesi, yargıç veya savcıların yargısal faaliyet dışındaki herhangi bir göreve atanması sırasında yargısal bir makamın izni veya önerisinin alınması, HSYK'nın tüm işlemlerinin yargı denetimine tabi olması, HSYK çalışmalarının saydamlığının sağlanması, yargı mensupları için etik davranış kurallarının katılımcı bir süreçle hazırlanması ve bunların etkili şekilde uygulanması, HSYK'nın Yargıçlar ve Savcılar Daireleri olarak ayrılması, olarak sıralanıyordu. Bu önerilerimizi bir kez daha dikkate getiriyor ve tartışmaya açıyoruz. Gerçek bir hukuk devleti yolunda çözüm, konjonktürel ve tepkisel adımlarla değil, yapısal ve ilkesel bir yaklaşımla sağlanabilir. Her durumda Türkiye'nin içinde bulunduğu tartışma ortamını tüm toplum kesimlerinin de katılımıyla, olgunlukla yönetebileceğinden ve ülkemizin bu tartışmadan, 'Temiz Toplum, Temiz Siyaset ve Temiz Türkiye' bilinciyle çıkacağından şüphemiz yoktur."