Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi Ali Koç Türkiye’nin en çok dikkat çeken, merak edilen iş insanı. B20 Zirvesi’nde yaptığı kapitalizm eleştirisiyle gündeme oturan Koç Haberturk'ten Yavuz Barlas ile bir araya geldi. Barlas, “Sözlerimin bu kadar çok ilgi çekmesini biraz garipsedim, çünkü aslında bu konu tüm dünyada tartışılıyor” diye başlayan Koç ile, hem B20’deki çalışmalarının sonuçlarını, hem de bu süreçte yoğunlaştığı ‘gelir adaletsizliği’ meselesini konuştu.

Kapitalizm kelimesini kullanmayıp ‘kapsayıcı büyüme’, ‘eşitsizliğin azaltılması’ gibi kelimeler kullansaydınız, bu kadar gündem olmayacaktı. Bu kelime seçimi kapitalizmi tartışmaya açmak için bilinçli bir tercih miydi?

Olumlu, olumsuz pek çok görüş aldık. Çoğunluk destekleyiciydi. Bazı kesimlerden konumum nedeniyle kinayeli ve eleştirel yorumlar aldım. Bunun yanında, çok yaratıcı, hoş karikatürleri de gördüm. Mizah yönü ağır basan görüşler de oldu. Ben bunu memnuniyetle karşıladım. Bu memnuniyete olumsuz görüşler de dahil. Eleştiriler arasında bizi daha farklı düşünmeye veya kendimizi daha güzel ifade etmeye yönlendiren görüşler de oldu. Ama bir şey daha gördük ki, kamuoyunda da bu konuları tartışmaya bir ihtiyaç, heves varmış. Yansımalara dair rapor istedim, 2 kalın kitap geldi. Dolayısıyla belki isteyerek belki istemeyerek bir şekilde böyle bir tartışmaya yol açmak beni memnun etti.

Gelir eşitsizliğinin temelinde ne var sizce?

Benim dile getirdiğim sistem eleştirisinin temelinde, yüzyıllardır emek ve sermaye arasındaki dengede gidip gelen sarkacın bu kez fazlaca sermaye tarafına kaçmış olması yatıyor. Sermayenin getirisi, ekonomideki büyüme hızını ve emeğin getirisini aşınca kapitalist sistem bugün tanıklık ettiğimiz türden eşitsizlikler yaratmaya başlıyor. Aslında insanlık tarihi boyunca ekonomik bölüşümün nasıl olacağı hep tartışılmış. Bu bölüşüm hiçbir zaman tam anlamıyla eşitlikçi olmadı. Bunu beklemek gerçekçi de değil. Bugün geldiğimiz noktada, iki sistem galip çıkmış: kapitalizm ve liberal demokrasi. Eleştiri olduğunda da doğal olarak bu iki sisteme eleştiri oluyor. Benim açımdan konunun temeli, kapitalizmin ortadan kaldırılması ya da yok edilmesi değil, kapitalizmin daha sürdürülebilir, eşitlikçi ve adaletli bir sisteme dönüşmesi. Bu gerekliliği 3 tespitten hareketle söylüyorum: birincisi son 20-30 yılda uygulanan ekonomi politikalarında insanın ne yazık ki odakta olmaması. Örneğin, sermaye, mallar, hizmetler ve bilginin dünya üzerinde serbest dolaşımı mümkünken, insanların serbest dolaşımı hala mümkün değil.  Bırakın insanın çalışacağı ve yaşayacağı ülkeyi serbestçe seçebilmesini, fakir bir ülkenin vatandaşının, seyahat için bile olsa, zengin bir ülkeye gidebilmesi önünde sayısız engel var.  Bugünkü sistemin vahşi kapitalizm diye adlandırılmasının nedeni de bu. İkincisi artan zenginlik ve refahın paylaşımındaki eşitsizliğin derinleşmesi. Üçüncüsü de dünyanın kısıtlı kaynaklarının hoyratça kullanılması. Bu tespitlere bakınca dünyanın acilen daha eşitlikçi ve sadece ekonomik açıdan değil sosyal açıdan da daha sürdürülebilir bir modele ihtiyacı olduğu aşikar. Tarihsel olarak baktığımızda da, bugünkü sorunların temeli 1990’larda atıldı, 2000’lerle birlikte riskler iyice belirginleşti. O dönemde bilhassa finansal piyasalarda inanılmaz bir rahatlama, gevşeme yaşandı ve orta gelir grubunun ihtiyaçları ucuz ve kolay banka kredileriyle fonlanmaya başladı. Her şey güllük gülistanlıkken, çok güzel giderken kimsenin beklemediği bir anda sol kroşe geldi ve 2008 krizi patladı. Kriz sonrasında da öncelikle banka ve büyük şirketler kurtarılıp sıradan insanlar işini kaybedip evlerinden olunca büyük bir tepkiye, hatta öfkeye neden oldu. Kamuoyunda “karlar özel, zararlar sosyal” algısı oluştu. Amerika’da başlayıp dünyaya yayılan “Wall Street’i İşgal Et!” akımı bu tepkilerin en somut şekli. Bu tepkinin nedeni temelde artan zenginliğin işçi tarafına aynı oranda ulaşamaması.

Toplumda eşitsizlik kaynaklı bir sosyal patlama potansiyeli hissediyor musunuz?

Bana göre sosyal açıdan sürdürülemez bir ortamdayız. Ekonomik açıdan sürdürülebilirlik artık yetmiyor, sosyal açıdan da sürdürülebilirliği sağlamak gerekiyor. Pek çok veriye bakınca bunun sürdürülemeyeceğini görüyorsunuz. Nitekim mülteci krizi ve göç dalgaları, terör bunun örnekleri. Gelir eşitsizliği başta olmak üzere bu sorunları liderler ya da iş dünyası gönüllü olarak düzeltemezse birilerinin bunu zorla düzeltmeye çalışacağından emin olabiliriz.  

EMEK-SERMAYE SARKACI FAZLACA SERMAYEYE KAYDI

“Yüzyıllardır emek ve sermaye arasındaki dengede gidip gelen sarkaç bu kez fazlaca sermaye tarafına kaydı. Sermayenin getirisi emeğin getirisini aştı. G20 – B20 sürecinde benim açımdan en çarpıcı veri G20 ülkelerinde şirket kârlarının milli gelirden aldığı payın tarihin en yüksek seviyelerine ulaştığı bir dönemde, çalışanların milli gelirden aldığı payın gerilemesiydi. Bu olgunun özellikle gelişmiş ülkelerde daha belirgin bir hale geldiğini de vurgulamak isterim. Bu nedenle de zenginlik nimetinden işçi aynı oranda yararlanamadı. Zaten sosyal açıdan bu durum sürdürülemez derken kast ettiğim konulardan biri budur. Benim açımdan konunun temeli, kapitalizmin ortadan kaldırılması ya da yok edilmesi değil, kapitalizmin daha sürdürülebilir, eşitlikçi ve adaletli bir sisteme dönüşmesi gereği. Eşitlik kavramını da açmakta fayda var: Tarihin hiçbir aşamasında tam eşitlik olmamıştır. Hiçbir ekonomik modelde, siyasi ya da toplumsal modelde bu olmamış. Olacak gibi de değil. Bunu beklemek gerçekçi de değil. ‘Mümkün olduğu kadar eşit’ vurgusu önemli.”

KAPİTALİZMİN NİMETLERİNİ İNKAR HAKSIZLIK OLUR

“Kapitalizm olmasaydı hayatımızda pek çok şey olmayacaktı. Pek çok sektörde çığır açan gelişmeler de kapitalizm sayesinde oldu. Kapitalizmin doğasındaki rekabet ve girişimciliğin sayesinde ortaya çıkan yenilikler ve ekonomik gelişmelerin çok çok büyük nimetleri oldu. Bunları inkar etmek haksızlık olur. Güzel şeyler olurken, kötü şeyler de oluyorsa buna ‘Neden böyle oldu?’ diye kafa yormamız lazım. Benim demek istediğim, kapitalizmin bugün geldiği noktadaki yanlışların gözden geçirilmesi gerektiği.”

KAMUNUN OYUNA GİRMESİ ÖNEMLİ

Sistemdeki değişim nasıl olacak? Kamu iradesi mi devreye girmeli?

Kamu iradesi olmadan hiçbir adım atılamaz. Bakın tarih de bu anlayış değişimini ortaya koyuyor. 1980’lerde kamunun oyuncu olmaktan çekildiği, piyasalarda serbestleşmeye gidilen bir ortam yaşandı. Ancak, bu deregülasyon ortamının iyi yönetilmemesi bizi 2008 krizine getirdi. Şimdi görüyoruz ki, devletlerin bazı regülasyon konularında yeniden oyuna girmeleri çok çok önem kazanıyor, hatta bazen sadece regülasyon değil, bilfiil oyuncu haline gelebiliyorlar. Kamunun değişen rolüyle ilgili örnek vermek gerekirse; ülkemizde de altyapı yatırımları ve sağlık alanında başarıyla uygulanan ve PPP (Public Private Partnership) olarak da bilinen Kamu – Özel Sektör İşbirliği Modeli’nin hem kalkınma hem istihdam yaratma açısından çok etkin bir araç olduğuna inanıyorum.Ali Koç: Kapitalizmin dönüşmesi şart